19 Eylül 2008 Cuma

KAYSERİ TARİHİ


KAYSERİ TARİHİ



Kayseri çevresindeki en eski yerleşim alanı, şehrin 20 km kuzey doğusunda bulunan Kaniş Höyüğüdür. M.Ö. 2800 tarihinden Hellenistik Çağa kadar önemini koruyan merkezde, eski Tunç Devri, Asur Ticaret Kolonileri ve Hitit Çağları’na ait bir çok belge bulunmuştur.Hititler’den sonra bölge Frig hakimiyetine geçmiş, daha ziyade Kızılırmak havzasında egemen olan frigler zamanında mazaka ön plana çıkmıştır. M.Ö 676 tarihinde Anadolu’ya gelen Kimmerler'in Kaniş ve Mazaka’yı tahrip ederek, Frig hakimiyetine son verdikleri tarihi kaynaklarda belirtilmektedir.Kaniş’in önemini kaybetmesinden sonra, bölgenin kutsal dağı kabul edilen Argaios'un (Erciyes) kuzey eteğindeki Mazaka ön plana çıkmıştır. Kimmerler'in Asur ve Lidyalılar tarafından Anadolu’ dan atılmaları ile Mazaka, Lidya ve Med hakimiyetine girmiş ve devrin önemli ticaret merkezi olmuştur.M.Ö 590 yılında Pers Kralı Kyros'un Lidya Kralı Krisos'u yenmesi ile bütün Anadolu ile birlikte Mazaka da Pers hakimiyetine girmiştir. İran'dan bölgeye göç eden halk, kendi ülkelerine benzettikleri Argaios (Erciyes) ve çevresine yerleşmişlerdir.KAPPADOKİAKRALLIĞIM.Ö 332 yıllarında Ariarathes I, ilk Kappadokia Kralı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir. M.S 17 tarihine kadar 349 sene hüküm süren bu krallığın başkenti Mazaka iken, Ariarathes V zamanında şehrin adı Eusebia olarak değiştirilmiştir. M.Ö 8 yılı içinde tekrar bir değişiklik yapılarak, Roma İmparatoru Ceasar‘ın adına izafeten CEASAREA ismi verilmiştir. O günden beri, 2000 senedir Kayseri ismi ile anılmaktadır. ROMA DÖNEMİM.S.193-211 tarihleri arasında şehir stadyumu yapılmış ve önemli Roma şehirlerinde olduğu gibi bir çok yarışmaların merkezi olmuştur. Şehir surları ise, Roma İmparatoru Gordianus III zamanında (M.S.241) yıllarında yaptırılmıştır. Dördüncü yüzyılın başlarında halk tamamen Hıristiyanlaşmış ve Kayseri bu dinin ilmi merkezi haline gelmiştir.Roma İmparatorluğunun Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmesi ile, Kayseri doğuda kaldığı için Bizans Şehri olmuştur. Bizans zamanında Arap ve İran ordularının yaptığı İstanbul seferleri sırasında Kayseri defalarca işgal edilmiştir. KAYSERİ'NİN TÜRKLEŞMESİ Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan‘ın 1071 tarihinde Malazgirt’te Bizans ordularını yenmesiyle Anadolu kapıları Türklere açıldı. Bu tarihten 15 sene sonra, 1085 yıllarında Kayseri’yi artık bir Türk ve Müslüman şehri olarak görmekteyiz. Müslüman Türklerin hakimiyetinde Kayseri’nin eski halkı olan Rum ve Ermeniler’in birer mahallede toplandıkları, Çarşı, Pazar ve ticarette yavaş yavaş hakimiyetlerini kaybettikleri görülmüştür.Şehir, süratle yapılan Camii, Han, Medrese, Hamam ve Çeşmelerle kısa bir sürede tam bir İslam Şehri kimliği kazanmıştır. Bir müddet Danişmendliler’e merkez olan Kayseri özellikle Selçuklu Sultanı Uluğ Keykubad (1. Alaeddin Keykubad) zamanında Türkiye Selçuklu Devletinin Konya ve Sivas‘la beraber üç başşehrinden birisi olmuştur. Danişmendi ve Selçuklu yönetimleri zamanında yapılan görkemli yapıların en önemlileri olarak; Camii Kebir, Güllük Camii ve Hamamı, Hunat Külliyesi, Şifaiye – Gıyasiye Medresesi, Hacı Kılıç Külliyesi, Lala Muhlisiddin Camisi, Sahabiye Medresesi, Kale Surları ve Yoğunburç sayılabilir.MOĞOL HAKİMİYETİSelçuklu ordusunun 1243 tarihinde yapılan Kösedağ Meydan Savaşı ile Moğol ordusuna yenilmesi, Türk tarihinde bir dönüm noktası olmuş ve artık Anadolu’ da Moğol hakimiyeti başlamıştır.Gönderdikleri Valilerle Anadolu‘yu denetleyen Moğollar, 150 sene müddetle Kayseri ve Anadolu’nun bütün maddi ve manevi kaynaklarını yağmalamışlardır. Moğol sömürüsü altında ezilen Selçuklu Devleti, bütün gücünü kaybetmiş ve II. Mesud‘dan sonra dağılarak, yerini beyliklere bırakmıştır. (1308).OSMANLI DÖNEMİFatih Sultan Mehmet zamanında, Gedik Ahmet Paşa tarafından Karamanoğulları Beyliği’ne son verilerek, Karaman, Konya ve Kayseri Bölgeleri Osmanlı toprağına katıldı. (1474) Kayseri 1476‘dan itibaren Karaman eyaletine bağlı bir sancak merkezi oldu. 1839 tarihinde Bozok Eyaletinde, 1867 tarihinde de bağımsız sancak merkezi olarak Osmanlı idari taksimatında yerini aldı. YAKIN DÖNEM Cumhuriyet Döneminde 1924 tarihinde yapılan yeni anayasa ile vilayet yapıldı. Bilinen en eski dönemlerinden beri ticaret merkezi olan Kayseri’de devletin öncülüğünde sanayileşme başlatıldı. Sırayla Sümerbank Dokuma Fabrikası, Tayyare Fabrikası, Anatamir Bakım Fabrikası, Askeri Dikim Evi kuruldu. 1950‘den sonra Kayserili ticaretten sağladığı tasarruflarını sanayiye dönüştürmeye başladı. Bugün Kayseri, ortalama büyüklükte bir ticaret ve sanayii şehridir. Güçlenen Üniversitesi ile giderek bir kültür merkezi haline gelerek, eski ününü

HUMMER


Hummer Yerini Smarta Bıraktı
Gösteriş ve yüksekten bakmanın verdiği güven ile kısa sürede ünlü isimlerin tercihi olan General Motors bünyesindeki Hummer 4x4’ler, bu yıl satışlarda yaşadığı yüzde 47’lik düşüşle otomotiv sektörünün en çok yavaşlayan markası oldu. GM kulislerinde Hummer için konuşulan elden çıkarma planları da bunun üstüne eklenince, ABD’nin en büyük Hummer bayisi bundan sonra Smart satmak üzere benzin katiline veda etti. [18.09.20

BALON GEZİSİ


Kapadokya'nın muhteşem manzarası eşliğinde Balon uçuşlarına katılabilirsiniz.

Kısa tur
Yaklaşık 45 dk. uçuş - Sabah 5 civarı başlar, 7 civarı biter.

Uzun tur
Yaklaşık 1 saat 15 dk. uçuş - Sabah 5 civarı başlar, 8 civarı biter.

Genel bilgi
Sıcak hava Balonları, 28ºC'nin üzerinde ve aşırı rüzgarlı koşullarda uçamadığından, uçuşlar meteorolojik koşulların uygun olduğu sabah saatlerinde yapılmaktadır. Sabah saat 5 civarı, araçlarımız yolcularımızı otellerinden alır ve kalkış alanına getirir. Balonlar yerde uçuşa hazırlanırken, yolcularımız açık büfe hafif bir kahvaltı yaparlar. Kısa süren bir hazırlıktan sonra balonlar gündoğumuna yakın uçuşa başlarlar. Sıcak hava balonlarında yönlendirme imkanı yoktur. Rüzgar yönünde hareket ederler. Fakat havanın değişik irtifalarında rüzgar yönleri farklı olabilir. Pilot, yükselip alçalarak gitmek istediği yöne uygun rüzgarı bulmaya çalışır. Uçuş süresince Balonlar yaklaşık 1000 feet lik yüksekliğe çıkarak güneş doğuşunu,vadi içlerine girerek peri bacalarını ve vadi manzaralarını yolcularımıza seyretme imkanı verir. Uçuş sonunda yolcularımız için şampanyalı bir kutlamamız vardır. Ayrıca uçuş hatırası olarak uçuş sertifikası ve balon şapkası verilmektedir. Balon uçuş macerası bitiminde yolcularımız tekrar kendi araçlarımızla konakladıkları otellerine bırakılır.

KAPADOKYA'DAKİ KERVANSARALAR

Kapadokya'da bulunan kervansaraylar



Kapadokya İpek Yolu’nun üzerindeydi. Ticaret yolu olan bu yolda konaklama kervansaraylar ile sağlanıyordu. Bölgede iki önemli kervansaray var ve her ikisi de ziyarete açık. Ağzıkarahan, Aksaray-Nevşehir yolu üzerinde, 1231’de Selçuklular tarafından inşa edilmiş. Saruhan ise Avanos’un 5 kilometre kuzeyinde, 1217 yılında Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat tarafından inşa ettirilmiş.

SARIHAN (Kervansaray)
Sarıhan kervansarayı, doğu-batı bağlantısını sağlayan Aksaray-Kayseri güzergahının Nevşehir sınırları içinde kalır. Avanos ilçesinin 5 km güneydoğusunda, Ürgüp'ün ise 6 km kuzeyinde, Damsa vadisinde yer alır. II. İzzettin Keykavus zamanında - belki de onun tarafından - 1249 yılında yaptırılan Sarıhan 2000 m²'lik bir alanı kaplamaktadır.

Sarıhan'da yapı malzemesi olarak sarı, pembe ve devetüyü renginde, oldukça düzgün kesme taşlar kullanılmıştır. Gerek anıtsal portalin, gerekse iç portalin kapı kemerlerinde iki renkli taşlar kullanılmış, böylece dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Üst kısımları yer yer yıkılan han, 1991 yılında restorasyonu tamamlanarak orijinal haline getirilmiştir. Selçuklu sultanları, sultanhanların en son örneklerinden olan Sarıhan'dan sonra han yaptırmamışlardır.

AĞZIKARAHAN (Kervansaray)
Aksaray Sultanhanı'ndan sonra Kapadokya'da ikinci durak Aksaray-Nevşehir karayolunun 15. km'sinde yer alan Ağzıkarahan'dır. Bulunduğu köyle aynı adı taşıyan kervansarayın, diğer adı da Hoca Mesud Kervansarayı'dır. Ağzıkarahan'ın 2 kitabesine göre yapımına zengin bir tüccar olan Hoca Mesud bin Abdullah tarafından 1231 yılında başlanmış, 1239'da tamamlanmıştır. Kervansaray'ın holü I. Alaaddin Keykubat, avlusu ise oğlu II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında yapılmıştır.

Ağzıkarahan, portalleri, köşk mescidi, kuleleri ve diğer mimarî özelliklerinden dolayı kale görünümlü sultanhanlarını hatırlatmaktadır. Avlu ortasında anıtsal bir yapı gibi görünen ve dört kemer üzerine oturan köşk mescit, etrafında ise revaklı ve kapalı mekanlar yer alır. Ağzıkarahan süslemelerinde insan, hayvan ve bitkisel motiflerin tercih edilmemiş olması hana farklı bir özellik kazandırmıştır. Hanın dışında güney tarafında dikdörtgen planlı bir de hamamı bulunmaktadır. Ağzıkarahan, Karamanlılar ile Memreş adlı bir Türk beyi arasındaki çatışmada büyük tahribe uğramış, iki kulesi yıkılmış; 14. yüzyıl başlarında Kerimeddin Gazan Han tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Ağzıkarahan'a 17 km, Alayhan'a 12 km uzaklıkta olan Tepesidelikhan'ın diğer adı da Öresinhan'dır. Kapalı avlulu kervansaray grubundaki hanın kitabesi kayıp olduğundan kesin yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemekle birlikte, 13. yüzyılın üçüncü çeyreğine ait olabileceği araştırmacıların ortak görüşüdür. Portali ve kubbesinin bir kısmı yıkılmıştır. Ancak, pandantifli kubbenin etrafında yer alan birbirine simetrik üçer sütunla destekli beşik tonuzlu mekanlar oldukça etkileyicidir.

Sultanların yaptırdığı ilk hanlardan olan ve Nevşehir'e 35 km uzaklıktaki Alayhan'ı, bugün Aksaray-Nevşehir yolu ikiye bölmüştür. Yazılı kaynaklarda adı geçen II. Kılıçarslan Kervansarayı'nın, bu han olması ihtimali bulunmaktadır. Genellikle açık ve kapalı bölümlerden oluşan sultanhanlarının bu örneğinin ne yazık ki açık bölümü tamamen yıkılmış, günümüze sadece üç sahınlı, yedi tonozlu kapalı bölümün bir kısmı kalabilmiştir. Geometrik motifli ve yedi sıralı mukarnaslı portalinde tek başlı, çift gövdeli arslan tasviri dikkati çeker.

Kervansaray Hakkında Genel Bilgi

Kervansaray kervanların ticâret yolları üzerindeki konak yeri.

Devlet veya hayırsever kişiler tarafından kurulan bu muhkem binalarda kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bunlar, bir şehir içinde olurlarsa, han adını alırdı.

İslamiyetin yayılış dönemlerinde askeri maksatla ve sınır emniyetini korumak için kurulan ribatlar, sonraki devirlerde ticari maksatla kullanıldı ve bu binalara, kervansaray adı verildi. Türklerin Müslüman olmasından sonra, genişleyen İslam toprakları üzerinde ortaya çıkan kervansaraylar, Selçuklular zamanında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu'da bulunan çeşitli ticaret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı.

Uzaktan bakılınca bir kale gibi görünen, içlerine girildiği zaman kervan kafilelerinin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak bir teşkilata sahib olan bu binalar, Selçuklu sultanları ve yüksek devlet görevlileri tarafından büyük ticaret yolları üzerinde her menzil için, yani 30-40 kilometrelik mesafede bir yaptırılmışlardı. Müslüman doğu ve Hıristiyan batı ülkeleri arasında bir köprü vazifesini gören Anadolu toprakları üzerine, İkinci Kılıç Arslan, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Birinci İzzeddin Keykavus ve Birinci Alaeddin Keykubad gibi iktisadi ve ticari hayatın önemini bilen Selçuklu sultanları; Antalya ve Sinop gibi giriş ve çıkış limanlarıyla önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde büyük kervansaraylar kurdular. Bu merkezlere yerleştirdikleri tüccarlara her türlü yardımda bulundular.

Anadolu'ya gelen yabancı tüccarlara da büyük kolaylıklar gösterdiler. Yollarda herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan ve malları denizde batan tüccarların zararlarını devlet hazinesinden tazmin ederek, bir nevi devlet sigortası kurduları. Antalya ve Alanya'dan (Alaiyye) başlayıp Isparta, Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum gibi büyük merkezlerden geçerek İran ve Türkistan'a ulaşan doğu-batı istikametindeki yol üzerinde; Konya-Akşehir istikametinden İstanbul'a ve Batı Anadolu vadilerine ulaşan yol üzerinde; Konya, Ankara, Çankırı, Kastamonu, Durağan, Sinop istikametindeki ve Sivas, Tokat, Amasya, Merzifon, Samsun hattıyla Sinop'a ulaşan güney-kuzey ve Elbistan, Malatya, Diyarbakır üzerinden Irak'a giden yollar üzerinde pek çok kervansaray yaptırdılar.

Selçuklular zamanında Anadolu'da kurulan yol güzergahları, Osmanlılar zamanında değişti. Bunun sonucu olarak bazı yerler ticari merkez olma durumunu kaybettiler.

Zaten Ümit Burnu yolunun bulunması ile Hindistan'a ulaşan ticaret yolunun ağırlık merkezi de Atlas Okyanusuna kaymıştı. Anadolu'da ticaretin önemini kaybetmesi üzerine, Selçuklular zamanındaki kervan yolları da ıssızlaştı. Mesela Osmanlı Devletine başşehir olan İstanbul'u, Suriye ve Irak'a bağlayan yol, Konya-Adana istikametini takib ettiği için, Antalya'dan Sivas'a veya Elbistan'dan Kayseri ve Sivas'a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tali yol durumuna düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini kaybetti. Fakat yeni yol güzergahlarının ortaya çıkması üzerine Osmanlılar da, kervansaray yapımına devam ettiler. İstanbul'u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine'ye bağlayan yol üzerinde hac farizasını ifa etmek için giden hacıların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere kervansaraylar kurdular.

Zengin ticari malları taşıyan kervanlar için hudut civarında düşman çapulcularından, içeride göçebe ve eşkıya baskınlarından koruyacak emniyetli konak yerleri sağlamak ve yolcuların kondukları ve geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmek maksadıyla kurulan kervansaraylarda; yatakhane ve aşhaneler, erzak ambarları, ticari eşya depoları, yolcuların hayvanları için ahırlar, samanlıklar, yolcuların namaz kılmaları için mescidler, kütüphaneler, misafirlerin yıkanması için hamamlar, abdest almaları için şadırvanlar, tedavileri için hastahane ve eczahaneler, ayakkabılarının tamiri ve fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilat ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak divan (büro) ve memurları vardı.

Umumiyetle Selçuklu sultanları ve devlet adamları tarafından yaptırılan bu muazzam kervansarayların hepsi vakıftı. Maddi büyüklükleri ve teşkilatları nisbetinde zengin gelir kaynaklarına da sahiptiler.

Bu suretle kervansaraylara inen ve konaklayan tüccar ve her türlü yolcu, zengin fakir; Müslüman gayri müslim kim olursa olsun, orada her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak görebilirdi.

Kervansaraylarda hasta yolcular, sıhhat buluncaya kadar tedavi edilir, hayvanlarının tedavisi de baytar (veteriner) tarafından yapılır ve tedavi masrafları vakıf tarafından karşılanırdı. Fakir hastalar, öldüğü takdirde kefen masrafları da vakıf gelirlerinden ödenirdi.

Büyük ve muhkem binalar olan kervansaraylarda akşam olunca kapılar sıkıca kapatılır, vazifeliler tarafından kandiller yakılırdı. Kapı kapandıktan sonra hiç kimse dışarıya çıkarılmaz, fakat dışarıdan gelenler içeriye alınırdı. Şafak atınca davullar çalınır, herkes uyandıktan sonra hancılar; Ey ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, elbiseleriniz ve atınız tamam mı? diye sorarlar, herkes; Tamamdır. Allahü teala hayır sahibine rahmet eylesin. diyerek kervansarayı vakf edene dua ederlerdi. Herkes gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra kapılar açılır, misafirlere; Gafil gitmeyin, herkesi arkadaş etmeyin, yürüyün, Allah asan (kolay) getire. diye dua ve nasihatte bulunduktan sonra kervanlar uğurlanırdı.

Sulh zamanında ticari maksatlar için kullanılan kervansaraylar, harb zamanında o belde ahalisinin düşman hücumundan korunmak için sığındığı veya sefer esnasında ordunun konakladığı müstahkem yer olarak da kullanılırdı. Bilhassa hudut boylarına yakın kervansaraylar, hudut kalesi vazifesini görürdü. Aksaray yakınındaki Sultan Hanı, 20.000 askerle kuşatan bir Moğol komutanına iki ay dayanacak ve alınamayacak ölçüde muhkem idi.

İslam dininin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği ehemmiyet sonucu, ortaya çıkan kervansarayların bir benzeri, ortaçağ Avrupasında olmadığı gibi, düşüncesi bile mevcut değildi. İslam tarihinin önceki devirlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da bu güzel ve faydalı eserler uzun bir zaman halkın hizmetinde kullanıldılar.

IHLARA VADİSİ

Ihlara Vadisi

Nevşehir’den Aksaray’a gelmeden 11 km. kala sola, güzelyurt yoluna dönerek yada Derinkuyu'dan sağa dönerek ıhlara vadisi'ne gidilebilir. Hangi yoldan giderseniz diğerinden dönün ve böylelikle her iki güzergahıda gezmiş olursunuz. Vadiyi bir uçtan öteki uca Melendiz çayı boyunca geçebilirsiniz. Uzunluğu yaklaşık 10 kilometre. Derinliği ise 80 metre. Bu kadar uzun bir yolu yürümek istemiyorsanız, köyü geçtikten sonra vadiye tepeden bakan lokantanın bulunduğu yere gidip, merdivenle aşağıya inebilirsiniz. Yüz metre derindeki vadiye merdivenle inip çıkmanın da biraz yorucu olacağını hatırlatalım. Kanyonun her iki yamacında kayalara yaklaşık 100 kilise oyulmuş. Kiliseler çoğunlukla 11. yüzyılda inşa edilmiş. En iyi durumda olup ziyarete açık bulunanları ise Eğritaş Kilisesi (Köyden yürüyerek veya merdivenle bir saatlik mesafede), Kokar Kilise (Çayın sol kıyısında, merdivene 1 km. uzaklıkta), Pürenli Seki Kilisesi, Ağaçaltı Kilisesi (Merdivenin hemen yakınında, Yılanlı Kilisesi (Köprüyle geçilen sağ tarafta), Bahattin Samanlığı Kilisesi (Belisırma Köyü girişinde, çayın sol kıyısında), Kırkdamaltı Kilisesi (Belisırma Köyüne 500 metre), Sümbüllü Kilise (Merdivenin sol tarafından 250 m. ileride). Direkli Kilise’dir (Belisırma Kilisesi karşısında manastır kilisesi).

Ihlara’da yapılacak gezinin keyifli olduğu kadar yorucu da olduğunu hatırlatalım.



Hasandağı’ndan çıkan bazalt ve andezit yoğunluklu lavların soğumasıyla ortaya çıkan çatlaklar ve çökmeler kanyonu oluşturmuştur. Bu çatlaklardan yol bulan kanyonun bugünkü halini almasını sağlayan Melendiz çayına ilk çağlardan Kapadokya ırmağı anlamına gelen ‘Potamus Kapadukus” denilmekteydi. 14 km uzunluğundaki vadi ıhlara’dan başlar. Selime’de son bulur. Vadinin yüksekliği yer yer 100-150 m.dir. Vadi boyunca kayalara oyulmuş sayısız barınaklar, mezarlar ve kiliseler bulunmaktadır. Bazı barınaklar ve kiliseler yer altı şehirlerinde olduğu gibi birbirine tünellerle bağlantılıdır.

Ihlara vadisi jeomorfolojik özelliklerinden dolayı keşiş ve rahipler için uygun bir inziva ve ibadet yeri, Savaş ve istila gibi olağanüstü zamanlarda ise gizlenme ve korunma yeri olmuştur. Ihlara vadisi kiliselerindeki süslemeler 6.yüzyılda başlayarak 13.yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir.

Vadi boyunca yer alan kiliseler iki gruba ayrılabilir. Ihlara’ya yakın olan kiliselerin duvar resimleri Kapadokya sanatından uzak, doğu etkisi taşırlar. Belisırma yakınında yer alanlar, Bizans tipi duvar resimleri ile süslüdür. Ihlara Bölgesi’nde Bizans Dönemi’ne ait bilinen kitabelerin sayısı oldukça azdır. Belisırma köyüne 500 m. uzaklıktaki Aziz georgios (Korkdamaltı) Kilisesi’nde Selçukul Sultanı II.Mesud (1282-1305) ve Bizans İmparatoru II.Andronikos’un adlarını içeren 13.yüzyıla ait freks üzerine yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe bölgeyi ellerinde bulunduran Selçukluların hoşgörülü yönetiminin varlığını kanıtlamaktadır.

Ihlara Vadisi’nde yer alan ve resimleri en iyi korunmuş olan kiliseler Ağaçaltı, Pürenliseki, Kokar, Yılanlı ve Kırkdamaltı Kiliseleridir.

BİR YAŞINDAN SONRAKİ ÇOCUKLARDA YEMEK MİKTARI

Bir Yaşından Sonra Çocuk Yemekleri

Tarifelerin kullanılması
Tarifelerdeki ölçüler silme olarak alınmıştır. Ölçülerin büyüklükleri şöyledir:

Ölçü gereci Su olarak hacmi santimetreküp Eşdeğerleri
Su bardağı 200 2 orta boy çay bardağı
Çay bardağı 100 10 yemek kaşığı
Yemek kaşığı 10 2 tatlı kaşığı
Tatlı kaşığı 5 -

Kuru maddelerin ölçüsü alınırken, ölçü gereci iyice doldurulur, bıçağın düz tarafı ile bastırılmadan düzeltilir. Sıvılar ölçü gerecine tam olarak doldurulur. Önce kuru, sonra sıvı besinlerin ölçümü yapılır.

Bir- iki yaş çocuklarına bir öğünde yemeğin bir porsiyonu verildiğinde başka yemek vermeye gerek yoktur. Yerine göre yoğurt ve ekmek eklemek yeterlidir. Örneğin kabak dolması, yoğurt veya mercimek çorbası, ekmek bu yaş çocuklarının bir öğününü oluşturabilir.

Bir yaşından sonra çocuklar aile ile birlikte sofraya oturur. İki-üç yaş grubu çocuklarına yemeklerin yarım porsiyon, 4-6 yaş çocuklarına 2/3 porsiyonu konmalıdır. Daha büyük çocuklar tam porsiyon yiyebilirler.

Bu kitapta tarifleri verilen yemekler genellikle 6 porsiyonluktur. Ancak pasta, kek ve bazı böreklerde porsiyon sayıları farklıdır. Bunlar genellikle özel günlerde ve aralarda tüketilir. Porsiyon sayısı isteğe göre değişebilir.

Bazı yemeklerin porsiyon ölçüsü fazladır. Bu yemekler genelde öğünde tek kap yemek olarak yer alır. Örneğin mantı, bazı makarna yemekleri, bazı köfteler salata ile bir öğünü oluşturur.

BAHARATLAR

Baharatın Öyküsü

-Ada Çayı
Gece terlemelerini keser, çok sinirli kişilere çok iyi gelir gerginliği alır, mide ve bağırsak gazlarını giderir. Mide bulantısını keser. Hazım sisteminin düzenli çalışmasını sağlar. Kan dolaşımını hızlandırır. Kanamaları keser. Göğsü yumuşatır, öksürüğü keser. Astım hastaları için yararlıdır. Öğrencilere, kansızlık çekenlere, hastalıktan yeni kalkmış kişilere çok iyi gelir. Tansiyonu yükseltir.

-Anason
Haziran - Ağustos aylarında, beyaz renkli çiçekler açan, 50 - 60 cm yüksekliğinde, bir senelik bitkidir. Başta Ege Bölgesi olmak üzere bütün Anadolu’da bahçelerde yetiştirilir. Meyvelerinden su buharı distilasyonu ile elde edilen anason yağı, hemen hemen renksiz ve karakteristik kokuludur. Anason tıpta midevi bağırsak gazlarının teşekkülünü önleyici, hazmı kolaylaştırıcı ve göğüs yumuşatıcı olarak kullanılır. Ayrıca nefes darlığı, öksürük ve kalp çarpıntısı rahatsızlıklarında da etkilidir. Anason yüksek dozda alındığında baş ağrısı, uyuşukluk ve görme zorluğu yapar. Daimi kullananlarda anisizim hastalığına sebep olur. Bilhassa çocuklara uyku vermede, midede teşekkül eden gazları gidermek için oldukça etkilidir.

-Biberiye
Bütün ilkbahar ve yaz boyunca soluk - mavi renkli çiçekler açan, 1 - 2 cm yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmeyen bir bitkidir. Mide ve bağırsak uyarıcı, idrar söktürücü ve safra atıcı etkisi vardır. Uçucu yağ, uyarıcı olarak haricen kullanılır. Hazımsızlığı giderir, çarpıntıları keser, yarım baş ağrılarını keser (migren) keser. İdrar ve adet söktürür.

-Civan Perçemi
Haziran - Eylül aylarında, beyaz veya pembemsi renkli çiçekler açan, yol kenarlarında, tarlalarda ve kurak topraklarda yetişen 20 - 100 cm yüksekliğinde, kokulu, çok senelik ve otsu bir bitki. Kuvvet verici, uyarıcı, idrar ve gaz söktürücüdür. İçerisindeki Sincolden dolayı antiseptik, balgam söktürücü ve midevidir. Yara iyi edici bir özelliği vardır. Basurda sulu hulasası fitil halinde verilir.

-Fesleğen
Haziran - Eylül ayları arasında, pembemsi veya sarımsı-beyaz renkli çiçekler açan, 20 - 40 cm yüksekliğinde, çok senelik, kuvvetli kokulu, otsu bir bitkidir. Fesleğen midevi, yatıştırıcı ve bağırsaklarda gaz teşekkülüne mani olucu özelliklerinden dolayı % 1 - 2'lik çay halinde kullanılır. İdrar yolları hastalıklarına karşı tesirlidir. Tohumlarından öksürük kesici olarak istifade edilir. Baharat olarak salata ve çorbalarda kullanılır. Ete, balığa ve sosise konur. Öksürüğü kesici, hazımsızlığı ve baş dönmeleri giderici özelliği de bilinir. Arı sokmalarına karşı da faydalıdır. Fesleğen kokusu, sivrisinek ve tahta kurusu gibi haşaratları kaçırır.

-Gelincik
Bileşiminde zamk, şeker, müsilaj ve çok az miktarda alkaloit bulunur. Hafif yumuşatıcı ve uyuşturucu bir tesiri vardır. Öksürük ve nezle gibi hastalıklarda yumuşatıcı olarak şurup halinde verilir. Uykusuzluğu giderir. Yanıkları iyileştirir. Çiçekleri su içinde şişelerde güneşte bekletilerek şerbeti çıkarılır. Yazın şerbet olarak içilir.

-Ihlamur
Ihlamur’un kış ıhlamuru, yaz ıhlamuru, kırmızı ıhlamur ve gümüşi ıhlamur gibi türleri bulunmaktadır. Ihlamur çiçeği yatıştırıcı, idrar verici, göğüs yumuşatıcı ve balgam söktürücü olarak çay halinde kullnılır. Ihlamur çiçeği banyosunun da yatıştırıcı bir özelliği vardır. Balla karıştırılıp içilirse mide ülserine faydalıdır. Kan dolaşımını düzenler.

-Isırgan Otu
Bu bitkinin yakıcı tüylerinde formik asit bulunduğ birçok yerlerde kayıtlı ise de tüylerin taşıdığı userada asetilkolin ve hitemin vardır. Eskiden romatizma ve siyatikte kullanılırdı. Yapraklarından hazırlanan infüzyon, şaç dökülmesine karşı tatbik edilir. Ayrıca aybaşı kanamalarını düzenler, balgam söktürür. Burun kanamasını keser. Haricen tatbik edilirse, çıbanlarda faydalı olduğu bilinmektedir

MİTE


Akar” veya “Mite”

Ev tozu akarları veya “mite” adı verilen canlılar yaklaşık olarak milimetrenin üçte biri büyüklüğünde olan bir tür böcektir. Türkçe de bu canlılara verilen bir isim yoktur. Daha çok ev tozu içinde yaşadığı için “toz böceği” adı kullanılmaya çalışılsa da tozun içinde başka böcekler de yaşadığından bu adlandırma doğru değildir. Bu yüzden burada “akar” sözcüğü kullanılacaktır. Çok sayıda türü olan bu böcekler esas olarak ev ve ambar gibi yerlerde yaşarlar ve insanların ya da diğer canlıların deri döküntüleri ile beslenirler. Bazı iklim koşulları akarların çoğalmasını ve yaşamasını kolaylaştırmaktadır. Bunların başında sıcaklığın 20 - 25 derece ve nemin yüzde 70 civarında olması gelir. Havanın soğuk ve nem oranının yüzde 45’in altına indiği durumlarda akarların yaşamaları zorlaşmaktadır. Evlerdeki yün ve tüy yataklar, yastıklar, halılar ve döşemeli mobilyalar akarların en çok bulundukları ortamlardır.

Akarlar bütün dünyada allerjisi, özellikle astımı olan hastaların, duyarlı oldukları allerjenlerin başında gelmektedir. Dünyada son yıllarda astım sıklığının artmasından insanların günlük yaşamlarının önemli bir kısmını akarların kolayca çoğalabilecekleri ortamlarda geçirmelerinin önemli bir rolü vardır. Özellikle sıcak ve doğal yollarla iyi havalanmayan evler akarların çoğalmasını ve yaşamasını kolaylaştırmaktadır.

Akarlarla mücadele için şu hususlara dikkat edilmelidir:
1- Evde, özellikle çocuğun yatak odasında yün ve tüy eşya bulundurmamaya özen gösterilmelidir. Yatak odasında pamuk veya sentetik yatak ve yastık olmalı, yatak kılıfları her hafta en az 55 derece sıcak suda yıkanarak ütülenmelidir. Yatak odasının zemini tahta veya marley ise halı serilmesine gerek yoktur.
2- Çocuğun odasında olabildiği kadar az eşya olmalıdır. Özellikle tüylü oyuncaklar, döşemesi olan mobilyalar ve kitaplar toz tutarak akarların çoğalmasını kolaylaştırırlar. Odada mümkünse çocuğun yalnızca o gün için kullandığı kitap ve defterleri bulundurmalıdır. Çocuğun kesinlikle tüylü bir oyuncakla uyumasına izin verilmemelidir; çok istiyorsa yıkanabilen bir kumaş oyuncakla uyuması kabil edilebilir. Çocuk açısından sakınca yoksa uyurken yatak odası kapısı kapatılarak evin diğer kısımlarından buraya allerjenlerin gelmesi önlenmelidir.
3- Evin her yeri, özellikle çocuğun yatak odası her gün elektrikle süpürge ile tozdan arındırılmalı, kapı ve pencere kenarları ıslak bir bezle silinmelidir. Çekmeceler, dolaplar, sandıklar gibi uzun süreli kapalı kalan yerlerde iki - üç ayda bir temizlenmelidir.
4- Çocuğun oyunlarını evin temizlenmiş kısımlarında oynamasına özen gösterilmelidir. Hava uygunsa sık sık dışarıya çıkması ve açık havada oynaması sağlanmalıdır. Allerjik hastalıkların arasında ev dışı allerjenlerden ziyade ev içi allerjenlerin etkili olduğu unutulmamalıdır.
5- Normal temizleyicilerle ölmeyen akarları ortadan kaldırmak için yukarıda sayılan önlemlere ek olarak gerektiğinde “Acerosan” adı verilen ilaç eve tatbik edilmelidir. Bu ilacın eve nasıl uygulanacağı içindeki broşürde ayrıntılı olarak anlatılmış olmakla birlikte burada kısaca özetleyelim: Bu ilaç bir toz ve bir köpükten oluşur. Köpük ıslak bir bezle,yıkanamayan koltuk, yatak, yastık gibi eşyaların üzerine sürülür ve bu eşyalar kuramaya bırakılır. Toz ise halılar için kullanılır. Halılar önce yıkanır ve kurutulur. Acarosan toz halı üzerine ince bir tabaka şeklinde yayılır ve üç saat bırakılır. Bu sürenin sonunda toz elektrikli süpürge ile toplanır ve atılır. İlaç yaklaşık altı ay kalıcı etki gösterdiği izin halı ve diğer ilaçlanan eşyalar bu sürede yıkanmamalı ama sık sık elektrikli süpürge ile temizlenmelidir.

Doç. Dr. Feyzullah Çetinkaya
Çocuk Hastalıkları ve Allerji Uzmanı
İnternational Hospital

KAYSERİ LİSESİ TARİHÇESİ


KAYSERİ LİSESİ

Kayseri Lisesi 13 Eylül 1893 tarihinde bugünkü Kurşunlu Camii civarında Seyfullah Efendi konağında DERECE-İ ULA MEKTEB-İ MÜLKİYE İDADİSİ adıyla üçü Rüştiye, ikisi İdadi olmak üzere beş sınıflı olarak öğretime başlamıştır.

1895-1896 ders yılında öğrenci sayısı 60 a yükselmiş olup, ilk mezunu 5 kişidir. Konağın ihtiyacı karşılayamaması üzerine bugünkü binanın yapımına başlanmış olup 1903'te tamamlanmıştır.
1915-1916 öğretim yılında Sultani oldu. Sakarya savaşı sırasında Ankara nın boşaltılması söz konusu olunca binanın Büyük Millet Meclisine bırakılması için hazırlıklar yapılmıştır. Aynı yıl Ankara Sultanisi ile birleştirilerek üç dönemli 12 yıl süreli yatılı Sultani durumuna getirilmiştir. 1923 yılında Ziya Gökalp in kanun teklifi ile Sultani adı Liseye çevrildi.

1935-1936 ders yılında kız ortaokulu ile birleştirilerek karışık lise olarak öğretime 1962-1963 ders yılına kadar devam edildi.

1959-1960 öğretim yılında Kayseri Lisesi ne bağlı olarak açılan Akşam Lisesi 1980-1981 öğretim yılında ayrı müdürlük haline gelmiştir. Akşam Lisesi bölümü 1982-1983 öğretim yılında kapatılmıştır.

20. Yüzyılın başlarında yapılan tarihi okula zaman zaman ek binalar yapılmıştır. Bunlardan laboratuarların bulunduğu kısım 1956-1957 öğretim yılında, pansiyon binası 1965-1966 öğretim yılında, spor ve konferans salonlarının bulunduğu bina 1976-1977 öğretim yılında hizmete girerek okul bugünkü kültür kompleksi haline gelmiştir.

Kayseri Lisesi kuruluşundan bugüne kadar 25.000 civarında mezun vermiştir. Mezunları arasında şehitler, gaziler olduğu gibi Türkiye hatta dünyaca ünlü Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bürokrat, Bilim Adamı, İş Adamı, Sanatçı vb. kişiler mevcuttur.

Kayseri Lisesi kurulduğu günden beri Türk Milli Eğitiminin amaçlarına uygun Atatürk ilkeleri doğrultusunda öğrenciler yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam etmektedir. 1987 den sonra ikili öğretime geçiş ve eğitim sistemindeki değişiklikler (sınıfta lokomotif görevi yapan çalışkan öğrencilerin Anadolu Lisesi, Fen Lisesi vb. okullara seçilmeleri) nedeni ile başarı oranı düşmüşse de 1994-1995 öğretim yılında bünyesinde açılan Yabancı Dil Ağırlıklı Lise bölümü ile eski başarı oranını yakalama yolundadır. 1997-1998 öğretim yılında bu bölüm ilk mezunlarını vermiş olup üniversite giriş sınavında ( Ö.S.S de) başarı oranı % 100 dür. 2005-2006 Öğretim yılında okulumuz Anadolu Lisesi olmuştur.

Okulumuz 114 yıllık bir geçmişi ve aynı zamanda geleneği bünyesinde barındıran Kayseri Lisesi, kuruluşundan bu yana asli vazifesi olan insan yetiştirme ve vatan hizmetine sunma gayretini devam ettirmektedir.

Okulumuz 13 Eylül 1893 tarihinde DERECE-İ ULA MEKTEB-İ MÜLKİYE İDADİ'si adıyla kurulmuştur. İdadinin meydana gelmesinde bir merhale olan rüşdiye kısmı 1870 yılında Kayserili Ahmet paşa tarafından açılmıştır.

İlk yıllarda öğrenci sayısı azdı. Zamanla artarak 1895 - 1896 öğretim yılında 60'a çıktı ve aynı yıl sekiz mezun verdi. Okumaya olan ilginin artması üzerine konak ihtiyaca yetmez oldu. Bunun üzerine şimdiki lise binasının temeli atıldı. Birinci katı 1903'te tamamlandı. Aynı yıl içinde okul yeni binaya taşındı. 1908 - 1909 öğretim yılında öğrenci sayısı 141'e ulaştı. 1915 - 1916 öğretim yılında ise İdadi, Sultani ye çevrilerek 8. 9. sınıflar meydana getirildi. Aynı yıl okulun ikinci katı da tamamlandı.

İstiklal Savaşı'nda Kayseri Lisesi

1921 Ağustos'undaki Sakarya Savaşı esnasında her türlü ihtimali düşünen Ankara Hükümeti bir yenilgi meydana geldiği takdirde Kayseri'ye çekilme kararı verdi. Büyük Millet Meclisi'nin toplantıları için şimdiki Kayseri Lisesi'nin binası uygun görülerek gerekli tedbirler alınmıştır.

Kayseri Lisesi'nin son sınıf öğrencileri de Sakarya Savaşı sebebiyle cepheye gitmiş, vatan için şehit düşmüş ve Kayseri Lisesi 1920 - 1921 öğretim yılı mezuniyet defterine son sınıfların karşısına: Lise son sınıf talebeleri Sakarya Savaşı için cepheye gidip hepsi cephede şehit düştüğünden bu öğretim yılında okulumuz mezun verememiştir. ibaresi yazılmıştır.

Okulumuz emekli Müdür Yardımcılarından ve 100. Yıl Şeref Belgeselinin hazırlayıcısı Sayın Yusuf Özmerdivenlinin genelkurmay arşivinden yararlanarak tesbit edebildiği Şehit öğrencilerimizin listesi şöyledir;

MUSTAFA OĞLU İSMAİL
OSMAN OĞLU AHMET
ŞÜKRÜ OĞLU SEYİT AHMET
AHMET OĞLU MUSTAFA
NUMAN OĞLU MEHMET
HACIAHMET OĞLU MUSTAFA
HACIMEHMET OĞLU HALİL
NUH OĞLU CEMAL
EMİN OĞLU HACIMEHMET
DERVİŞ OĞLU AHMET
Renkler hayatımızın parçası. Peki renklerin hayatımızı nasıl etkilediğini biliyor musunuz? Renk seçiminin kimi zaman karakterimizi yansıttığından ya da seçtiğimiz rengin bize olumlu ve olumsuz etkileri olduğundan haberiniz var mı?

***KIRMIZI : Bu renk canlılık ve dinamizmle ilgili bir renktir. Mutluluğu temsil eder. Kırmızı renk, fiziksel olarak; ataklığı, canlılığı ve duygusal bağlamda; bir işi sonuna kadar götüren azmi ve kararlılığı gösterir.

İştah açar. O yüzden dünyadaki gıda firmalarının çoğu logosunda kırmızıyı kullanır. Kırmızı tansiyonu yükseltir, kan akışını hızlandırır. Yanlış bir inanış vardır; boğaların kırmızıya saldırdığı sanılır. Oysa boğalar renk körüdür. Kırmızıya değil, kendilerine sallanan koyu renkli beze saldırır.

***YEŞİL : Duygusal olarak bizi en çok etkileyen bir organımız olan kalp organının , bu rengin yaydığı enerji alanında olduğu düşünülür. Doğanın ve baharın rengidir. Güven veren renktir. O yüzden bankaların logolarında hakim renktir. Yeşil yaratıcılığı körükler. Bu yüzden büyük lokanta mutfaklarında yeşil tercih edilir. Hastanelerde de yeşil rahatlatıcı özelliği nedeniyle kullanılır. Yeşil alanda insanların daha az mide rahatsızlığı çektiği saptanmıştır.

***SİYAH : Duygusallığı ve hüznü simgeler. Gücü ve tutkuyu temsil eder. Bizde ve batıda siyah matemi temsil ederken, Japonya'da siyah mutluluktur. Siyah fonda kullanılırsa karamsarlığı çağrıştırır. Einstein konsantre olabilmek için perdeleri siyah, gün ışığı olmayan odaları tercih ederdi.

***MAVİ : Vücudumuzda boğaz bölgesini yansıtan bir renktir. Mavi renk gökyüzünün ve geniş ufukların, denizin simgesidir. Sınırsızlığı ve uzak bakışlılığı simgeler. Huzuru temsil eder ve sakinleştirir. Araplar mavinin kan akışını yavaşlattığına inanır, nazar boncuğu o yüzden mavidir. Batıda intiharları azaltmak için köprü ayaklarını maviye boyarlar. Duvarları mavi olan okullarda çocukların daha az yaramazlık yaptığı saptanmıştır.

***LACİVERT : Kozmik renk olarak kabul edilir; sonsuzluğu, otoriteyi, verimliliği simgeler. O yüzden dünyadaki firmaların yarıdan fazlası logolarında laciverdi kullanır. Lacivert giyen kişiler kendilerini çok daha karizmatik ve inandırıcı hissederler. İnsanların üzerinde başarılı ve güçlü imajı bırakır.

***MOR : Eskiden beri ihtişam ve lüksün son basamağı olarak düşünülür. Tarih , yüksek sınıfların, saray mensuplarının daima morla bezendiklerini kaydeder. Nevrotik duyguları açığa çıkardığından, insanların bilinçaltını korkuttuğu saptanmıştır. İntihar edenlerin beğendiği renktir.


***PEMBE : Uyum ,neşe , şirinliğin ve sevginin simgesi. Rahat hissettiren ve dinlendiren bir renktir. Bu yüzden bazı büyük mağazalar tezgahtarlarına pembe üniforma giydirir ki, müşteriler kendilerini rahat hissetsin diye. Pembe aynı zamanda çocuk rengidir.

***SARI : Sarı zeka , incelik ve pratiklikle ilgilidir. Toplumsal yaşamı ve birlikte çalışmayı yansıtan bir anlamı vardır. Geçiciliğin ve dikkat çekiciliğin sembolüdür. Dikkat çekiciliğinden dolayı dünyada taksiler sarıdır. Sarı ayrıca hüzün ve özlemin rengidir. Sonbaharın tüm hüzünlü güzelliğinde onun her rengini izlemek mümkündür.


***BEYAZ: Temizliği ve saflığı temsil eder. İstikrarı, devamlılığı simgeler. Politikacılar beyazı pek severler, çünkü temiz, dürüst izlenimi vermek isterler...

***KAHVERENGİ : Gerçekçiliğin, plan ve sistemin rengidir. Kansas Ünv.’de bir sergide, duvarların rengi değiştirilebilir hale getirilmiş. Fonda beyaz kullanıldığında insanlar sergide yavaş hareket etmiş. Fon kahverengiye döndüğünde ise insanlar müzede daha çok yeri daha az zamanda gezmişler. Kahverengi insanı hızlandırır. Bu yüzden fastfoodlar iç mekanda kahverengi kullanır. Kahverengi toprak rengidir. Kıyafetlerde pek tercih edilmez, çünkü kahverengi giyen insanlar kalabalıkta dikkat çekmezler.

ORGANİK TARIM


Tarımsal üretimde kullanılan kimyasalların (ilaç, gübre gibi) olumsuz etkilerinin insan ve toplum sağlığı üzerindeki zararları artarak kendini hissettirmeye başlamıştır. Tüm bu olumsuz etkilerin ortadan kaldırılması amacıyla kimyasal gübre ve tarımsal savaş ilaçlarının hiç ya da mümkün olduğu kadar az kullanılması, bunların yerini aynı görevi yapan organik gübre ve biyolojik savaş yöntemlerinin alması temeline dayanan Ekolojik Tarım Sistemi geliştirilmiştir. FAO ve Avrupa Birliği tarafından konvansiyonel tarıma alternatif olarak da kabul edilen bu üretim şekli değişik ülkelerde farklı isimlerle anılmaktadır. Organik Tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas olarak sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımını yasaklaması yanında, organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini artırma, doğal düşmanlardan faydalanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların kapalı bir sistemde oluşturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artışının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim şeklidir.Türkiye ile aynı iklim kuşağına sahip ülkelerin topraklarında organik madde miktarı oldukça düşük düzeyde olmaktadır. Buna bağlı olarak toprakların besin elementi tutma kapasiteleri de düşük olmaktadır. Toprakların humus miktarının artırılması toprağın verimliliğinin artması olarak değerlendirileceğinden uzun sürede toprak verimliliği açısından son derece önemlidir. Almanya, Rusya ve İngiltere’de halen devam etmekte olan uzun süreli deneme sonuçlarına göre topraklara uygulanan değişik gübreleme programları sonucu, yalnız başına kimyasal gübre uygulanan parsellerde toprakların humus miktarında başlangıç anına göre bir düşüş olur iken; organik madde ilavesi yapılan parsellerde bu değerin biraz arttığı fakat organik madde ilave edilen parsellerde humus miktarının daha da artığı ve mineral gübre uygulamasına oranla %114 oranında verim artışı sağlandığı rapor edilmektedir. Benzer denemelerde toprağa organik madde ilavesinin topraklara stabil bir yapı kazandıracağı ve üst topraktaki yüzeyindeki besin elementlerinin ortamdan daha az uzaklaşacağı tahmin edilmektedir ki bu toprakların sürekliliği açısından son derece önemli bir stratejidir. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunda toprak verimliliğini ve toprağın üretim kapasitesini devam ettirerek ve geliştirmek için doğal kaynaklardan yararlanılmaktadır. Bugün bir çok batı ülkesi bilinen klasik tarım teknikleri yerine doğayı da koruyacak mekanizmaları olan alternatif tarım teknikleri uygulamaktadırlar. Çoğu ülkelerde organik tarım adı altında geliştirilen sistemde mümkün olduğunca tarımsal üretimde doğal kaynakların kullanılması ön plana çıkarılmaktadır. Hızlı artan dünya nüfusu karşısında gerekli ve yeterli gıdaların sağlanması için kimyasal girdi kullanımı tarımsal üretimin her alanına girmiştir. Fakat yakın geçmişte özellikle de kimyasalların ilk ve en yaygın kullanıldığı ülkelerde yeni alternatif yaklaşımlar ortaya atılmaya başlanmıştır. Bitkilerin beslenmesinde özellikle de bitkilerin doğal mekanizmalarının kullanılması, bunun yanında ilave takviyelerin yapılması ön plana çıkmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde bugün % 10 ‘lafına yaklaşan organik tarım işletmelerinin varlığı bilinmektedir. Bu işletmelerde mümkün olduğunca organik kaynaklar kullanılarak daha sağlıklı ve kaliteli ürünler üretilerek tüketicilere sunulmaktadır. Hatta pazarlarda bu ürünler bir kaç katı daha yüksek fiyata alıcı bulmaktadır.Organik Üretim Nedir? Bir organik organizasyona göre organik üretim doğal üretimler içerisinde yer alır. Organik tarımda materyaller ve ürünler sürekli olarak tarım sistemi içerisinde kullanılır. Organik tarımın anlamı; ürünlerin sentetik gübreler, herbisit, insektisit veya fungusit kullanılmadan yetiştirilmesidir. Yoğun tarımın yerine alternatif tarım uygulamaları, toprak sağlığını korur ve sentetik girdilere ihtiyaçları azaltır. Bitki üretiminde temel olarak organik girdilerin ihmal edildiği sentetik gübreler ve pestisitler kullanımının yoğun olarak uygulandığı tarım sistemleri elemine edilmiştir. Organik bitki üretiminde hastalıklara, böcek zararlılarına ve yabani otlara karşı bitkiler doğal bağışıklık sistemlerini geliştirmek için bitki rotasyonu kullanarak ve organik madde sağlamak yoluyla toprak sisteminde bitkilerin dayanıklılığı artırılır.Organik Tarımın İlkeleriEkolojik tarımın başlıca 3 ilkesi bulunmaktadır. Bunlar:1. Doğa ile uyumlu üretim2. Kapalı Sistem (Kendine Yeterli Tarım)3. Ekim Nöbeti Bu ilkeler altında ülkesel ve yöresel koşullar dikkate alınarak ekolojik tarım aktiviteleri değişkenlikler kazanabilirler. Ancak, genel olarak aşağıdaki faaliyetleri içerirler. Bitkisel Üretimde; Uygun yöntemlerle minimum toprak işleme Toprak verimliliğinin korunmasına ve artırılmasına yönelik çalışmalar Kimyasal gübre yerine organik gübre kullanımı Dayanıklı, sağlıklı tohum ve bitki çeşitlerinin seçimi Uygun ekim-dikim yöntemi Bitki korumada doğrudan kimyasal girdi kullanımı yerine ekolojik yöntem ve girdi kullanımı Hasat, depolama, işleme ve paketleme faaliyetlerinin ekolojik yöntemler içinde yürütülmesiHayvansal Üretimde; Sağlıklı hayvan yetiştiriciliği Uygun ahır koşulları Organik yemlerden yararlanma Damızlık ve ırk seçiminde ekolojik uygunlukTüm ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, ekolojik tarım belirli bir kültürel ortamdaki sosyal, ekonomik ve ekolojik faktörlerin dengeli gelişmesini sağladığı görülmektedir. Kültürel yapı içinde tüm faktörlerin birleştiği sistem-felsefe ekolojik tarımdır.Organik Tarımın Avantaj ve DezavantajlarıAvantajları Ülkemizde sentetik kimyasallar çiftçilerimizin büyük bir kısmı tarafından ya çok az kullanılmakta, ya da hiç kullanılmamaktadır. Bu nedenle ekolojik tarıma geçişin kolay olması beklenebilir. Üretici geliri ürüne bağlı olarak artmaktadır (Ortalama %10 artış olduğu tahmin edilmektedir.). Fiyatı hızla artan kimyasal gübre, pestisit ve enerji girdilerinden tasarruf edilmektedir. Sözleşmeli tarımla üreticinin tüm ürününün alınması garanti edilmektedir. Ekolojik ürünlerin ihraç fiyatı diğer ürünlerden % 10-20 oranında daha yüksektir. Ekolojik Ürünlerin ihracatı ile ülkemiz tarım ürünleri için ilave bir kapasite yaratılmaktadır. Dolayısıyla ihraç edilen her ton daha önce ulaşılamayan tüketici kitlesine gitmektedir. Özel bilgi isteyen ekolojik tarım modeli Ziraat mühendisleri için yeni istihdam sahaları yaratmaktadır.Dezavantajları Ülkemizde tarımsal ürün arzında yıldan yıla önemli dalgalanmalar görülmektedir. Hızla artıp gençleşen nüfus, tüketim düzeyinin ve çeşitliliğinin sürekli artması ve çevredeki ülkelerin hemen hepsinin tarımsal ürün talep eden özellikleri sebebiyle organik tarımın (verimde meydana gelebilecek azalma nedeniyle) kısa vadede gelişmesi zor görünmektedir. Ekolojik tarım metoduyla bitkisel üretimde ortaya çıkan bir sorun, arazilerin çok küçük, parçalı ve birbirine yakın olmasıdır. Bu durum organik üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Çünkü ekolojik üretim yapan bir işletmenin çevrede üretim yapan diğer klasik işletmelerde kullanılan kimyasallardan etkilenmemesi mümkün değildir Ekolojik tarım sisteminde yetiştirilen ürünlerin pazarlanması özellikle iç piyasa için yeni ve belirsiz bir konudur. . Konunun yeni olması nedeniyle yeterli tarımsal yayım çalışmaları ve eleman bulunmaması ekolojik tarımın diğer olumsuz yanıdır.Organik Gübreleme Yöntemi: Organik gübrelemenin esası kimyasal gübrelerin kullanılmamasıdır. Doğal olarak toprakta bulunması gereken besin elementi miktarı için bitki üretim sisteminde tercih edilen görüş; organik gübrelerin yerini alan kimyasal gübrelerin hem sağlık açısından uygun olmadığı, hem de yüksek maliyette olduğu bildirilmektedir. Hayvansal gübrelerin kullanımı bilinen en eski zirai uygulamalardır. Ancak hayvansal kaynaklı gübreleri kullanmadan önce, kompost halinde işleme tabi tutmak; zararlı bakterileri öldürür, istenmeyen kokuyu giderir ve NO3 kaybını minimize eder. Diğer organik besin kaynakları; balık artıkları, doğal fosfatlar (kaya fosfatı), kemik unu, pamuk tohumu ve yosundur. Diğer bitkilerle birlikte rotasyon yaparak baklagil bitkileri yetiştirmek gübre uygulamaları açısından çok önemlidir. Bilindiği üzere baklagiller bitki köklerindeki nodüllerde rhizobial bakteriyi barındırırlar. Bu bakteriler aracılığıyla havadaki serbest N formunu bitkinin kullanacağı forma dönüştürerek bitkinin almasını sağlarlar. Yonca, lupin, gibi baklagiller kendi azot gereksinimini bu şekilde sağlarlar. Genellikle, geniş tohumlu baklagiller yani tanesi için yetiştirilen bakteriler (fasulye gibi) azot üretiminden daha fazla azotu tohum üretimi için kullanılır ve genellikle toprak azotunu artırmada yada iyileştirmede kullanılmaz. Baklagiller veya yulaf, çavdar ve buğday gibi baklagil olmayan bitkilerin yaprakları toprakta N kaynağı olarak kullanılır ve yeşil gübreleme olarak adlandırılır. Bir baklagil olan Avusturya kışlık bezelyesi yaygın olarak kullanılır. Organik Tarımla İlgili Çeşitli AraştırmalarABD’ de, 1990’ lı yıllarda organik tarıma dayalı bitki yetiştirme talepleri % 24 olarak artmıştır. Bu taleplerin başında tüketicilerin bilinçlenerek, ürünler üzerinde pestisit atıkları ve bunun gibi kimyasal girdilerin karşısında olmaya başlamışlardır (Govindasamy ve Thompson). Besin, çevre sağlığı ve alternatif toprak ıslahı sürdürülebilir tarım açısından önemli görülmüştür. Fakat organik besinlerin popülütesi artmasıyla birlikte ekonomik girdilerde artmaya başlamıştır (Govindasamy; Klonsky ve Thompson). Bununla birlikte organik tarıma olan taleplerin % 12-60 oranında artış izlenmiştir (Lohr, 1998). Bu da çiftçilerin organik tarıma daha çok eğilim göstermesini sağlamıştır (Langley; Klonsky ve Thompson). Organik tarım için yeniden ıslah edilen organik girdilere sahip bir toprak çeşidi, toprak bünyesi için ileriye dönük olarak yarar sağlamıştır. Bu yararların başında bitki için yeterli su kapasitesinin artması, KDK, toprağın düşük hacim yoğunluğu, ve yararlı mikroorganizmaların etkinliği üzerinde etkileri olmaktadır (Doran ve Drinkwater). Kompost uygulamalarıyla toprak ıslahı, toprak agregasyonlarını artırmasından dolayı pH stabilizasyonunu ve yüksek infiltrasyon hızını artırır (Stamatiadis ve ark., 1999). Toprağın kimyasal karakterleri, toprak ıslahı ve üretim sistemleri tarafından belirlenir. Örneğin, Rodela enstitüsünde uzun dönemlik baklagil üretimi ve organik üretim sistemlerinde toprak organik maddesinin artımı ve nitrat kaybının azaldığı görülmüştür (Drinkwater ve ark., 1998). Geleneksel (kimyasal girdilerin olduğu) tarım sistemlerine göre, organik üretim sistemlerinde topraktan daha az miktarda N kayıpları ve su kayıpları görülmüştür (Liebhardt ve ark., 1989).Geleneksel tarımda, topraktaki N miktarı toprak mikrobiyal komponentleriyle negatif ilişki içerisinde bulunurken, organik tarım koşullarında pozitif ilişki içerisinde bulunmuştur (Gunapala ve Scow, 1998). Aynı zamanda organik tarım üretimiyle elde edilen verim ile geleneksel tarım üretiminden elde edilen verim miktarlarının eşit olduğu gözlenmiştir. Kaliforniya’ da sebze bahçelerinde yapılan bir araştırmada organik tarımdan gelen verim miktarıyla geleneksel tarımdan alınan verim miktarının eşit düzeyde olduğu bulunmuştur (Drinkwater ve Stamatiadis). Pensilvanya’ da yapılan başka bir araştırmada da önceki araştırmayı doğrulayacak paralellikte verim miktarlarında birbirlerine benzerlik bulunmuştur (Drinkwater ve ark., 1998). Sınırlandırılmış arazi çalışmaları ışığı altında, organik ve geleneksel üretim sistemlerinde mikrobiyal populasyon üzerinde toprak ıslahının etkisi olduğu anlaşılmıştır (Drinkwater ve Gunapala). Bununla birlikte, mikrobiyal aktivite ve biomasın geleneksel tarıma göre, organik düzenlemelerle yapılan tarımda daha yüksek olduğu görülmüştür (Drinkwater ve ark., 1995). Yapılan çoğu araştırmalarda organik uygulamaların toprakta mikrobiyal populasyonu artırmakta kalmayıp, türlerin çeşitlenmesi ve ayrıca mikroorganizma faaliyetlerinin de artmasını sağlamıştır. Kaliforniya’ da domates üzerinde yapılan bir çalışmada artan aktinomiset aktivitesinin bir çeşit kök mantar hastalığını engellediği görülmüştür (Workneh). Organik tarım uygulamalarının toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini düzenlediği ve birbirinden ayrılması mümkün olmayan toprak ve bitki sistemlerinin ileriye dönük ilerlemesine olanak verir. Yapılan başka bir araştırmada organik uygulamaların, sentetik uygulamalara göre Ca, K, Mg, Mn içeriginin toprakta artmasını sağlamıştır (Bulluck ve ark., 2001). Bu çalışmaya benzer olarak, Çiftlik gübresi uygulamalarıyla, bitkide C, P, K, Ca ve Mg konsantrasyonu artarken toprakta C, P ve K içeriğinde azalma olduğu görülmüştür (Clark ve ark., 1998). Toprak pH’sı sentetik uygulamalara karşı alternatif tarım uygulamalarının ilk başta düşük olarak ölçülmüş, ancak ilerleyen zaman içerisinde sentetik uygulamalara karşı alternatif uygulamalardaki pH miktarının daha yüksek bir seviyede seyrettiği gözlenmiştir. Organik uygulamalar ileriye dönük olarak organik madde miktarının artımını, fiziksel ve kimyasal özelliklerin iyileşmesini uygulanan düşük dozdaki gübrelerle sağlamıştır. Başka bir araştırmada elma veriminin hem organik hem de geleneksel tarım sistemlerinde eşit olduğu görülmüş, bununla birlikte organik tarım uygulamalarında daha kaliteli elma meyveleri alındığı gözlemlenmiştir (Reganold ve ark., 2002). Şekilde yararlı bir toprak mantarı olan Trichoderma türünün organik ve geleneksel (sentetik) tarımda farklı hasat zamanlarında etkinliği gözlemlenmiştir (Bulluck ve ark 2002). Her iki grafikte; organik (alternatif) yetiştiricilik yapılan ortamda bulunan mantar türünün, geleneksel (sentetik) üretim yapılan ortama göre daha yüksek mantar kolonileri oluşturduğu görülmüştür. Bulluck ve ark (2001) yaptığı çalışmada da geleneksel tarıma göre organik tarım girdilerinin toprak biyolojisini, kimyasını ve fiziksel özelliklerini ve aynı zamanda verimini de artırdığı görülmüştür. Organik tarım uygulamalarının yaygınlaşması ve ileri dönük olarak insan nüfusunun artışı ile dengeli bir şekilde beklenen taleplere cevap verebilmesi için mali girdilerle birlikte tüm ekolojik unsurları göz önünde bulundurulması gerekmektedir. tüm bu faktörlerin karşılaştırıldığı bir deneme geleneksel tarıma göre organik tarımın mali girdilerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Ancak organik tarım uygulamalarının, geleneksel ve bütünleştirilmiş tarım uygulamalarına göre daha az N kayıpları, pestisit riski, otsu bitkilerin biyolojik farklılığı gibi bir çok çevresel faktörler yönünden daha uygun olduğu anlaşılmıştır. (Pacini ve ark., 2002). Zirai üretimde ortaya çıkan sonuçlar, ekonomik üretim ve çevresel amaç arasındaki dengeyi bulmaya yardımcı olur (Halberg, 1999). Hardaker (1997) sürdürülebilir tarım ve tarımsal gelişme arasındaki dengeyi uygun bir stratejiyle ele almak gerektiğini vurgulamıştır.Tarım araştırmacıları sürdürülebilir tarım üretim sistemlerinin öneminin farkına varmışlardır. Ve bu yöndeki araştırmalara yönelik çalışmalara eğilmenin gerekliliğini anlamışlardır. Sürdürülebilir tarımla birlikte; doğal yaşama olumsuz etkide bulunan zararlıların önüne geçilmiştir. Bilindiği üzere yapılan organik iyileştirmeler toprağın fiziksel, biyolojik, kimyasal özelliklerini iyileştirmekle birlikte ürün kalitesini de artırdığı görülmüştür. Ancak organik tarımın mali girdileriyle geleneksel tarımın girdilerinin bir denge içerisinde tutulması gerekmektedir. Gelecek yüzyıllın beslenme üzerine olacağını düşünecek olursak, organik tarımın gelecekte daha da yaygınlaşmasını ve insanlar tarafından daha çok talep edileceğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Ancak organik tarımın ileride insanlar tarafından vazgeçilmez bir düzeye gelmesi için daha çok araştırmaya ihtiyaç vardır.KAYNAKLAR:Bulluck, L.R., Brosius, G.K., Evanylo and Ristaino, J.B. Organic and Sentetic Fertilitiy Amendments Influence Soil Microbial, Physical and Chemical Properties on Organic and Convertiobnal Farm. Ristainom4.cor*m4.cor*, mailto:Jean_Ristaino@ncsu.edumailto:Jean_Ristaino@ncsu.edu, 2002Clark et al., 1998M.S. Clark, W.R. Horwath, C. Shennan and K.M. Scow , Changes in soil chemical properties resulting from organic and low-input farming practices. Agron. J. 90 (1998), pp. 662–671. Abstract-ScienceDirect Navigator.Doran, J., 1995. Building soil quality. In: Proceedings of the 1995 Conservation Workshop on Opportunities and Challenges in Sustainable Agriculture. Red Deer, Alta., Canada, Alberta Conservation Tillage Society and Alberta Agriculture Conservation, Development Branch, pp. 151–158. Drinkwater et al., 1995L.E. Drinkwater, D.K. Letourneau, F. Workneh, A.H.C. van Bruggen and C. Shennan , Fundamental differences between conventional and organic tomato agroecosystems in California. Ecol. Appl. 5 (1995), pp. 1098–1112. Abstract-BIOTECHNOBASE Abstract-Elsevier BIOBASE Abstract-ScienceDirect Navigator Abstract-GEOBASE Abstract-ScienceDirect Navigator Drinkwater et al., 1998L.E. Drinkwater, P. Wagoner and M. Sarrantonio , Legume-based cropping systems have reduced carbon and nitrogen losses. Nature 396 (1998), pp. 262–265. Abstract-GEOBASE Abstract-EMBASE Abstract-ScienceDirect Navigator Full Text via CrossRef Govindasamy and Italia, 1998R. Govindasamy and J. Italia , A willingness-to-purchase comparison of integrated pest management and conventional produce. Agribusiness 14 (1998), pp. 403–414. Abstract-EconLit Full Text via CrossRef Gunapala and Scow, 1998N. Gunapala and K. Scow , Dynamics of soil microbial biomass and activity in conventional and organic farming systems. Soil Biol. Biochem. 30 (1998), pp. 805–816. Abstract PDF (881 K) Halberg, 1999. N. Halberg , Indicators of resource use and environmental impacts for use in a decision aid for Danish livestock farmers. Agric. Ecosyst. Environ. 76 (1999), pp. 17–30. SummaryPlus Full Text + Links PDF (166 K) Hardaker, 1997. Hardaker, J.B., 1997. Guidelines for the integration of sustainable agriculture and rural development into agricultural policies. FAO, Rome, Italy. Langley et al., 1983J.A. Langley, E.O. Heady and K.D. Olson , The macroimplications of a complete transformation of US agricultural production to organic farming practices. Agric. Ecosyst. Environ. 10 (1983), pp. 323–333. Abstract-GEOBASE Liebhardt et al., 1989W.C. Liebhardt, R.W. Andrews, M.N. Culik, R.R. Harwood, R.R. Janke, J.K. Radke and S.L. Rieger-Schwartz , Crop production during conversion from conventional to low-input methods. Agron. J. 81 (1989), pp. 150–159. Lohr, 1998L. Lohr , Implications of organic certification for market structure and trade. Am. J. Agric. Econ. 80 (1998), pp. 1125–1133. Pacini, C., Wossink, A., Giesen, G., Vazzana, C. and Huirne, R. Valuation of Suistainability of Organic, Integrated and Conventional Farming System: a farm and field scale analysis. 2002mailto:cesare.pacini@alg.abe.wau.nlReganold et al., 2001J.P. Reganold, J.D. Glover, P.K. Andrews and H.R. Hinman , Sustainability of three apple production systems. Nature 410 (2001), pp. 926–930. Abstract-EMBASE Abstract-Elsevier BIOBASE Abstract-GEOBASE Abstract-ScienceDirect Navigator Abstract-MEDLINE Full Text via CrossRef Stamatiadis et al., 1999S. Stamatiadis, M. Werner and M. Buchanan , Field assessment of soil quality as affected by compost and fertilizer application in a broccoli field (San Benito County, California). Appl. Soil Ecol. 12 (1999), pp. 217–225. SummaryPlus Full Text + Links PDF (326 K) Workneh et al., 1993F. Workneh, A.H.C. van Bruggen, L.E. Drinkwater and C. Shennan , Variables associated with corky root and Phytophthora root rot of tomatoes in organic and conventional farms. Phytopathology 83 (1993), pp. 581–589.

PROJEKTOR


Toshiba LED Pico Projector


Son yıllarda projeksiyon cihazlarının üreticileri tarafından giderek küçültülmeğe çalışıldığı bir gidişat söz konusu. Toshiba'da bu gidişatta yeralmak istemiş olacak ki, IFA 2008 fuarında, sadece 10×4,5×1,7 cm boyutlarında ve 100 gram ağırlığında bir projektör prototipini tanıttı. DLP ve LED teknolojisinden faydalanılan projektör, 10 lumenlik ışık akısı sağlıyor. Prototipin boyutları ve kabiliyeti, yakında herkesin cebinde projeksiyon özellikli bir cihaz bulunacağının bir işareti sanki. [video]"

1 YTL' ye İNTERNET





İnternette rekabet öylesine arttı ki, fiyatlar karşılaştırılamaz boyuta geldi. İşte en radikal fiyatı uygulayan firma..

Son dönemde ADSL alanında fiyatların aylık 10 YTL'nin altına inmesinin ardından kablo internet hizmeti veren Türksat da sunduğu 1024 Kbps kotalı internet paketinde kampanya başlattı.

Buna göre, 1024 Kbps kotalı kablo internete 1 Eylül-30 Ekim tarihleri arasında abone olan herkes, üç ay süre ile 16 YTL'lik 1 GB kotalı kablo interneti 1 YTL'ye kullanabilecek.

Şirketten yapılan açıklamaya göre, kampanyadan mevcut aboneler ve yeni müşteriler iki yıl abonelik taahhüdünde bulunmak şartıyla faydalanabilecek. Türksat kablo internet aboneleri telefon hattına

İNTERNETTEN SATIŞ SİTELERİ

Internet Satış :Bidolu- AlveAl- BilgiKare- Cinius- Dharma- D&R- Ekonomik Ticaret- Estore- Finnet- GedikGross- Hermes- IDéEFIXE- IkiA- Ilknokta- Imge- Iskenderiye- Kangurum- Kardelen- Kibo- Kitap Adresi- Kitap Alemi- Kitapnet- Kitapanda- KitapTürk- Kitap Yurdu- Migros- MSN- Nealsak- NetKitap- Pandora- Sav Kitapçı- Scala- Simurg- TNN- Tulumba- Tüm Kitaplar- Vesaire- Weblebi- YeniSayfa

ÇOCUK EĞİTİMİ

Çocuk Eğitimi ve Çocuğun Ruhsal Yönü
Her çocuk ayrı bir dünyadır. Çocuk yetiştirmek ise en kutsal, en büyük, en zor ve hayat boyu devam ettirilmesi gereken en önemli sanattır. Gelecek açısından düşünüldüğünde bu konunun önemi her geçen gün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Daha doğacak çocuk anne karnında iken anne babaların kafasında bir çok soru işareti oluşur. Kız mı erkek mi olacak ? Sağlıklı doğup büyüyecek mi ? Ailemizde ve günlük hayatımızda nasıl bir değişiklik olacak ? İleride nasıl bir insan olacak ? okul başarısı iyi olacakmı ? Nasıl bir meslek sahibi olacak ? Hayatta başarılı olacak mı ? ve buna benzer yüzlerce soru ile çocuğu beklemeye koyulurlar .
anne babaların en önemli görevleri: Bütün bu soruların ve bazı bilinmeyenlerin yanısıra çocukların psikososyal gelişimini ve kişilik gelişimini doğru yönlendirmek anne babaların en önemli görevlerinden biridir. Bu görevin tam ve eksiksiz olarak yapılması ise her açıdan çok önemli ve bir çok yönden zordur. Her ne kadar doğuştan ve genetik olarak alınan özellikler olmasına karşın, her çocuğun ayrı bir fiziksel yapısı, kişilik özelliği, davranış paterni, psikososyal özellikleri, anlayışı, duygusal yapısı, zeka kapasitesi ve ruhsal gelişimi bulunmaktadır. Bütün bu özellikler, aile ortamı ve devamlı değişen çevre şartları ile etkileşince ortaya bir çok yönü ile anne babadan farklı bir biyopsikososyal yapı ortaya çıkmaktadır.


Çocukları anlamak Çocukların genel davranış özelliklerini tam olarak anlamak ve onların ruh dünyalarına inmek onların psikososyal gelişimini yönlendirmek açısından çok önemli bir noktadır. Anne babaların çocukların ruh dünyalarına inmeden yönlendirme ve eğitim gayretleri, çoğu zaman hedefine ulaşmaz .
Ruhsal gelişime etkiler Herbir çocuğu ayrı bir dünya olarak kabul edip, onların ruh dünyasına inebilmek, ancak eğitim, anne baba bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi ile olacaktır. Ayrıca aile yapısının güçlendirilmesi, aileye sunulan imkanların artırılması, ailenin sosyokültürel ve sosyoekonımik açıdan desteklenmesi, çocukların yaşadıkları ortamların, çevre imkanlarının, devletin sağlayacağı imkanların çeşitliliği ve kalitesi bu sorunların oluşması ve sürecinde etkili olabilmektedir .
Çocuk için en önemli iş oyundur ve her fırsatı oyun oynamak için değerlendirir. Origami öğrenilmesi zorunlu bir dersten çok bir oyun olarak algılandığı için çocuklar açısından etkili bir eğitsel araçtır. Yukarıda bahsedilen konular çerçevesinde anne baba ve öğretmenlerin çocukları ile beraber vakit geçirmelerinde kullanabilcekleri eğitici bir oyun olarakta kabul edilen ORİGAMİ yi kullanmalarını tavsiye ediyoruz
Çünkü;
Japon kağıt katlama sanatı “origami” çalışmaları çocuklarda öğrenme yeteneğinin gelişimine ve onların yaratıcılık potansiyellerinin ortaya çıkmasına olumlu yönde etki etmektedir. İşte origaminin çocuk üzerindeki etkilerini beş ana başlık altında topladık.
Davranışsal Etkiler,
Sosyal Ve Duygusal Etkiler,
Psiko-Motor Gelişime Etkisi,
Dil Gelişimine Etkisi
Matematik Eğitimine yardımcı olması

GENEL SAĞLIK BİLGİLERİ

http://www.saglikbilgisi.com/

Acil Yardım(10)
Zehirlenmeler,kazalar,yanıklar gibi acil durumlarda yapılması gerekenleri açıklayan ve kan aranması hakkında bilgi veren,kılavuzluk yapan siteler.
Ağız ve Diş Sağlığı(23)
Saglikbilgisi.com : Konusunda uzman doktorların hazırladığı ağız ve diş sağlığı ile ilgili linkler, haberler ve kitaplar
Allerjik Hastalıklar(7)
Genel olarak allerjik rahatsızlıklar hakkında bilgi veren siteler. Bu kategoride astım,gıda allerjileri,patch test,prick test gibi allerji testleri hakkında bilgi veren siteler yer almaktadır.
Anne ve Bebek Sağlığı(18)
Gebelik dönemi öncesi ve sonrası,doğum,doğum sonrası anne ve bebek bakimi,bebek sağlığı ve hastalıkları hakkında bilgiler içeren siteler.Ayrıca kısırlık hakkında bilgi veren adresler de bu bölümde yer almaktadır.
Beyin ve Sinir Sistemi Sağlığı(16)
Felç,alzheimer,demans,bellek bozuklukları ve diğer beyin ile sinir sistemi hastalıkları hakkında bilgi veren siteler
Cilt sağlığı ve estetik(12)
Saç,deri bakımı ve hastalıkları,estetik ile plastik cerrahi ile ilgili bilgiler veren siteler
Cinsel Sağlık(10)
Cinsel hastalıklar ve sorunlar hakkında bilgilerin yer aldığı bölümümüz.
Çocuk Sağlığı(17)
Çocuk sağlığı hakkında bilgi veren sitelerin yer aldığı kategori sayfası.
Danışmanlık(6)
Bu kategoride sağlık sorularınızı iletebileceğiniz genelde konusunda uzman kişilerin bulunduğu sağlık haber gruplarının adreslerine ulaşabilirsiniz.
Duyu Sistemleri Sağlığı(23)
Görme,işitme,koku alma gibi duyu fonksiyonlarının hastalık ve sorunları ile ilgili bilgi veren siteler
Erkek Sağlığı(3)
Bu kategori altında prostat,testis problemleri ile ilgili bilgiler içeren siteler yer almaktadır.Cinsel hastalıklar yer almamaktadır.
Genel Sağlık(29)
Genel sağlık kategorisi içersinde birden çok tıp alanında bilgi içeren siteler yer almaktadır.
Hareket Sistemi Sağlığı(13)
Kas,kemik ve romatizma dışı eklem rahatsızlıkları ve hastalıkları ile ilgili bilgiler veren siteler. Fizik tedavi ve rehabilitasyon kaynakları.
Hasta Hakları(7)
Bu bölümde hasta ve hasta yakını haklarını açıklayan sitelere ulaşılabilir. Tıpla ilgili birimler hakkındaki şikayetlerinizi yönlendirmek için bilgiler de verilmektedir.
Hormon Sistemi Sağlığı(5)
Kategoride şeker hastalığı(diabet),böbreküstü bezi (adrenal) ile ilgili rahatsızlıklar,hipertiroidi hipotiroidi,guatr,tiroidit(tiroid iltihabı) hastalıkları ve akromegali ile cücelik hakkında bilgi veren siteler bulunmaktadır.
İdrar Yolları Sağlığı(6)
Böbrek,idrar ve mesane hastalıkları ile ilgili bilgi veren siteler.
Kadın Sağlığı(10)
Hamilelik dışındaki kadın sağlığı konuları hakkında bilgi veren siteler
Kalıtsal Hastalıklar ve Özel Sendromlar(12)
Down sendromu, Charcot Marie Tooth sendromu, talasemi,porfiria,hemofili ve diğer kalıtsal hastalıklar ve özel sendromlar hakkında bilgi veren siteler
Kalp ve Dolaşım Sağlığı(10)
Bu bölümde hipertansiyon,ateroskeroz(damar sertliği),varis ve diğer dolaşım sistemi sorunları ve tedavileri hakkında bilgi veren siteler yer almaktadır.
Kanser(6)
Kanser türleri, radyoterapi,kemoterapi, destek forumları hakkında bilgi içeren linkler
Romatolojik Hastalıklar(4)
Romatoid Artrit,Lupus,Osteoartrit,Ailevi Akdeniz Ateşi(FMF) ve diğer romatolojik hastalıklar hakkında bilgi veren siteler.
Ruhsal Sağlık(24)
Depresyon,panik atak,anksiyete,şizofreni,alkol ve eroin gibi madde bağımlılıkları ve diğer psikiyatrik ve psikolojik hastalıklar ve tedavileri hakkında bilgi veren siteler
Sağlık Haberleri(3)
Sitelerinde düzenli olarak yenilenen güvenilir sağlık haberlerine yer veren siteler
Sindirim Sistemi Sağlığı(11)
Mide ülseri,kabızlık,ishal ve diğer mide,bağırsak ve yemek borusu hastalıklarıyla ilgili bilgi veren siteler
Solunum Sistemi Sağlığı(16)
Astım,tüberküloz(verem),zatürre,akciğer kanseri,bronşit ve KOAH gibi solunum yolu hastalıkları hakkında bilgi veren siteler
Spor,Egzersiz ve Kilo Kontrolü(7)
Bu bölümde spor,egzersiz sağlıklı beslenme ve dietler hakkında bilimsel düzeyde bilgiler veren siteler yer almaktadır.
ingilizce turkçe sozluk
http://www.inndir.com/Turing_Translation-26420p.htmlBu yazıya verilen bağlantılar
Bir Bağlantı Yarat

**MOBİLYANIN TARİHÇESİ

MOBİLYANIN TANIMI ve TARİHÇESİMOBİLYANIN TANIMI
Anlam olarak mobilya veya mobilye (İtalyanca mobilia; Fransızca mobilier), oturulan yerlerin süslenmesine ve türlü amaçlarla donatılmasına yarayan eşyadır. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi, mobilya, işlevsel değeri ile mekanın kullanışlığını etkileyen, estetik değeri ile de mekanın güzel ya da çirkin görünmesini, yaşadığımız veya çalıştığımız mekanların sıcak, sevimli ve renkli bir ortam haline gelmesini sağlayan, kısaca sanat ve tekniği birleştiren bir üründür. Mobilya denilince ilk akla gelen ahşap mobilyadır. Özellikle, masa, dolap, karyola, komedin, kitaplık gibi konut donatılarında, çeşitli büro donatılarında, okul sıra ve masalarında çoğunlukla ahşap malzeme kullanılmaktadır. Günümüzde mobilya yapımında çelik, alüminyum, cam ve plastik gibi diğer malzemeler kullanılmaya başlanmış ise de halen ahşap malzeme bu konuda popülaritesini sürdürmektedir.Kolayca işlenebilmesi, birbirlerine kolayca birleştirilebilmesi, direncinin yüksek oluşu, eskidiğinde kolayca değiştirilebilmesi, boyanabilmesi gibi özellikler, ağaç malzemenin mobilya yapımında daha fazla tercih edilmesinin ana nedenleridir. Mobilya, piyasada "kahverengi eşya" olarak anılmakta olup, tüketici talebi sınıflandırmasında "dayanıklı tüketim malları" kategorisine girmektedir.MOBİLYANIN YAŞAMIMIZDAKİ YERİİnsan yaşamı çeşitli mekanlar içinde geçmektedir. Bu mekanlar yapılış amaçlarına uygun olmalı, kullanıcısına gerekli konfor düzeyini sağlamalıdır. Mekan içindeki ısı, ışık, ses, renk, koku gibi fiziksel etmenler ve donatı öğeleri, kişi gereksinim ve eylemlerine göre dengeli bir biçimde kurulmalıdır. Duvar, kolon, kapı, pencere gibi yapısal bileşenler kadar donatı, aksesuar gibi mekansal öğeler de mekan oluşturmada çok etkili rol oynar. Donatı renk ve dokusunun seçimi ile birlikte, bunların mekan içindeki yoğunluk ve organizasyonu, o mekanın yaşanabilirliğini, olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Mimar tarafından oluşturulan mekanın kullanışlı olabilmesi için tüm yapısal konforların yanı sıra donatı-mekan ilişkisi iyi kurulmalıdır. Mekanlar çoğunlukla kullanıcılar tarafından donatıldıklarından, o mekanın yaşanabilirliği bir anlamda kullanıcı kontrolundadır. Mekan ne kadar iyi düzenlenirse, o derecede kullanışlı olur.Donatıların seçimi, yoğunluğu ve mekansal organizasyonu, mekan kullanışlılığını etkileyen önemli faktörler arasındadır. Mekanlar düzenlenirken, mekan içinde yeterli derecede ferahlık sağlanmalıdır. Odadaki eşya ne kadar düzenli olursa o kadar ferah algılanacaktır. Ferahlık ve büyüklük ayrı kavramlar olduğu ve boş bir odanın ferah olarak değerlendirilemeyeceği göz önüne alınmalı, ferahlığın ancak işlevin gerektirdiği eşya düzeni ile anlam kazanacağına dikkat edilmelidir. Eşya düzeni kadar renk düzeni de ferahlık üzerinde etkilidir. Eşyaların hantal, yüksek ve koyu renkli olanlarına kıyasla, küçük boyutta, hafif görünüşlü, yere yakın ve açık renkli olanları, kapladıkları hacim ve ışık yansıtıcı özelliklerinden dolayı ferah görünmeye yardımcı olabilirler. Renklendirmede mekanın bütünlüğünü bozmamak gerekir. Donatıların birbirleriyle ve yapı elemanlarıyla olan uyumu da göz önüne alınmalıdır.İnsanların yaşadığı toplumsal kesim, onların beğenilerini de belli ölçüde etkilemektedir. Özellikle donatı seçimi, tutum, ekonomik durum ve sosyal alışkanlıklara dayanan bir olaydır. Ekonomik yanı bir tarafa bırakılırsa, her insanın tutum ve davranışları kendine özgü bir değer taşımakta, kişiden kişiye farklılaşmakta ve beğeni gruplarını da etkilemektedir. İnsan zevkleri eğitim farklılıklarına ve kültür seviyelerine göre değişmekte, meslek grupları arasındaki farklılıklar bile donatı seçimine yansımaktadır. Rasgele gözlemler dahi, bir mimar ile bir tüccar ya da öğretmen evlerinin çok farklı biçimlerde döşenmiş olduğunu göstermektedir.Mekanlar ve donanım, yaşayanların düşüncelerini, duygularını, görüşlerini yansıtır ve yaşamlarını biçimlendirir. Kişi yaşadığı mekanı kendi zevkine göre donatır, dolayısıyla kendi kişiliğini donatı seçimine yansıtır.Mekanın görsel algılanması üç algılama türünün bütünleşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bunlar:*Işık algılaması, *Mekansal organizasyon algılaması, *Renk algılaması. Yapılar, mimar tarafından tasarlanırken mekan algılamasına etki eden tüm bu etmenler göz önünde bulundurulmalıdır. Yapı elemanları ile birlikte sabit ve hareketli donatılar da düşünülmeli, mekan organizasyonundan renk ve dokusuna kadar her şey belirtilmelidir. Mekan oluşturulurken, kullanıcının zevkine göre belirli bir esneklik vardır. Çeşitli bölücüler, duvar, perde, dolap ve diğer donatılar buna olanak sağlayabilir. Sürekli bir koşuşturma ve monotonluğun söz konusu olduğu günümüz yaşantısında, konut içinde monotonluk esnek donatılarla bozulabilmekte ve bu donatılar çok amaçlı kullanılabilmektedir. Bir fiziksel konumun kolay ve çabuk değiştirilebilmesi, devingen donatı, kolay değişen duvarlar, perdeler vb. gibi nesnelerle tasarlanması, kişilere kolaylık sağlar. Donatıların mekana yerleştirilmesi, birbirleriyle olan ilişkisi, renk, doku, biçim vb. unsurlar mekanın değişik şekillerde algılanmasına neden olur. Mekanlar insanlar için oluşturulduğuna göre bir anlamda huzur ve refah ortamı olmak durumundadırlar. İçinde yaşanılan mekanlar insana mutluluk verebilmeli, rahatlık ve güzellik ön planda olmalıdır.Geleneksel Türk evlerinde dış mekana olduğu kadar iç mekana da önem verilmiştir. "Oda" konut içinde geçebilecek her türlü eylemi barındırabilecek niteliktedir. Donatıların portatif olması, mekanın çok amaçlı kullanılabilmesine olanak sağlamaktadır. Aynı mekanda oturma, yatma, yemek yeme ve temizlik eylemleri gerçekleştirilebilmektedir. Kısaca, Türk evinde oda kavramı birçok işlevle yüklü olup, sabit ve hareketli donatılar bu işlevleri yerine getirebilecek şekilde seçilmiş ve kullanılmıştır.Günümüz konutlarında mekanlar, içinde geçecek eylemlere göre bölünmüştür. Bir yemek odasında sadece yemek yeme eylemi gerçekleştirilmekte, dolayısıyla mekanlar o eylemlere olanak sağlayacak şekilde döşenmektedir. Örneğin, bir dinlenme mekanında donatıların rahat oturulabilir ve gerektiğinde uzanmaya elverişli olması gerekmektedir. Oturma düzleminin zemin etkisinden korunacak ve diz bükümünü karşılayacak kadar yükseltilmesi, omurgaya gelen baş ve kol yüklerinin başka yerlere aktarılması, dinlenmek için şarttır. Düz bir zemine oturmak dinlenme konforu açısından yetersizdir. Oturulan düzlemin kan dolaşımını kolaylaştıracak bir yumuşaklıkta olması, omurgadaki basıncı azaltmak için sırtın bir yere dayanması kol ağırlıklarının kolçak, yastık gibi bir elemana aktarılması gerekmektedir. Bunu karşılayacak elemanlar bağdaş kurulan sedirden başlayarak günümüz teknolojisinde yaratılan çok çeşitli kanepelere kadar gelmiştir.Bir mekanın çok pahalı, abartılı ve gösterişli donatılara sahip olması, o mekanın estetik değerini etkilememekte, güzel olmasını sağlamamakta, aksine çirkin olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır. Örgütlenme de mekanın estetik değerini yükselten bir boyut olarak görülmeyip, çok ferah, kullanışlı, geniş, düzenli, kısaca iyi örgütlenmiş mekanlar çirkin, sıradan, sevimsiz ya da boş olarak algılanabilmektedir. Ferahlık veya genişlik, mekan içinde bir güzellik ölçütü değildir. Ferah mekan, yerine göre güzel olabilmekle birlikte, her zaman güzel olarak algılanmayabilir.Aynı alandaki farklı biçimde döşenmiş yaşama mekanlarının güzel ya da çirkin olarak değerlendirilmesi, mekandaki donatıların seçimi ile doğrudan ilgilidir. Diğer faktörlerle birlikte, donatının stil, biçim, renk, doku ve malzemesi, o mekanın genel efekti üzerinde çok etkili görülmektedir. Donatıda güzellik ön planda tutulmalı, dolayısıyla donatılar çok iyi bir biçimde ve bilinçli olarak seçilmelidir.ERGONOMİ (İŞBİLİM) Ergonomi, çalışmanın metotlu bir şekilde düzenlenmesi ve hem makinaların, hem de donanımın çalışan insanın yatkınlıklarına göre hesaplanması amacıyla yapılan inceleme ve araştırmaların tümüdür. Ergonomide belli bir amacı gözetmek, hareket, çevreyle etkilenme ve bütünlük gibi nitelikler vardır. Ergonomi ikinci dünya savaşından sonra insanın daha rahat, daha başarılı olabilmesi için yakın çalışma çevresinin standartlarını yükseltmeye yönelik araştırmaların yapıldığı, psikoloji, fizyoloji ve sosyal bilimlerin ara kesitine oturan disipIinlerarası bir uğraş alanı olarak ortaya çıkmıştır. Bu dalın öncüleri olan İngiltere ve ABD'de, özellikle 1960’lar sonrasında çok önemli gelişmelere neden olacak sonuçlar elde edilmiştir. İlk uygulamaları 1940'lara dayanan ergonominin (işbilim) başlangıcından günümüze kadar üç değişik felsefesi olmuştur. Önceleri “insanların makinalara uydurulması” düşüncesi savunulmuş, tüm olanak ve düzenlemeler bu temele dayandırılmıştır. Daha sonraki dönemde insan yönlü görüş açısı önem kazanmış ve "makinaların insanlara uydurulması" biçiminde, ilk düşüncenin tam karşıtı ele alınmıştır. Zamanımızda insan-bilim anlayışı egemen olup, "sistem yönlü” görüş hakimdir. Sistem yönlü işbilimsel tasarımların konusu, insan makine bileşimlerinin bir optimuma ulaştırılması, karşıtlıkların özgün yer ve zaman koşullarına bağlı biçimde çözümüdür.Ergonomi ya da dilimizdeki deyimiyle işbilim, ülkemizde oldukça kısa bir geçmişe sahiptir. Son yıllarda endüstri tasarımlarında ergonomi oldukça sık kullanılan bir sözcük olmasına karşın ülkemizde, Batıdaki gelişmelerin hızını takipte güçlükler çekilmektedir.İnsanın özellik ve yeteneklerinin araştırılması, ergonominin en başta gelen görevlerindendir. Bu araştırmalar iş ve insanın birbirlerine uyum sağlaması için gerekli olan koşulların yerine getirilmesinde yardımcı olur. İnsanın değişken koşullar altında hangi zorlamalara maruz kaldığını ve özel yeteneklerini en iyi nasıl kullanabileceğini bulmak ve araştırmak ergonominin görevidir. Orman ürünleri endüstrisi de, gerek ahşap mobilya tasarımı, gerekse yapıların iç düzenlemeleri açısından ergonomiyle yakından ilgili olup, ergonomik ilkelere uymak zorundadır. Donatı veya mobilya insana uygun tasarlanmamışsa, insan vücudunun zarar görmesi kaçınılmazdır.Ergonomi konuları arasında özellikle donatı tasarımı başlığı altında kullanılan malzemenin önemi fazladır. Ahşap malzeme her zaman tasarımcıların ilgisini çekmiş, beğenisini kazanmıştır. Tarih boyunca ahşabın mobilya tasarımındaki önemi ve yeri bellidir. Gerek renk, gerekse doku açısından ahşap malzemenin özellikleri, kullanıcıların her zaman tercihlerine neden olmaktadır. İnsanlar doğal malzemeye psikolojik olarak daha olumlu bakmaktadırlar. Ayrıca, insanla çevresi arasında söz konusu olan ısı alış-verişi, ahşap malzeme tarafından dengeli bir biçimde yapılmakta, bu da ahşabın kullanıcılar tarafından daha sıcak olarak tanımlanmasına ve ahşabın ergonomi açısından daha fazla önem kazanmasına imkan vermektedir.Eski Mısır'a kadar gidildiğinde görülür ki ahşap donatılar gerek antropometrik ve gerekse estetik açıdan toplumların bugün ulaştığı standardı o zamanlarda sağlamışlardır. Bunun insanoğlunun başarısı kadar, ahşabın verdiği imkanlarda aramak gerekir.Ergonomi açısından mobilyadan beklenenlerin tümü, ahşabın sahip olduğu özellikler tarafından karşılanabilecek niteliktedir. MOBİLYANIN TARİHÇESİMimarlık sanatından soyutlanması mümkün olmayan mobilya sanatının zamanımızdan binlerce yıl önce başladığını kanıtlayan örneklere bazı ülkelerdeki müzelerde rastlanmaktadır. İnsanoğlu tarafından, önceleri rahat oturmak için ağaçtan ve taştan yapılan mobilyalar, diğer sanat dallarında olduğu gibi, mimarinin bir iç donatım aracı olarak, antik çağdan günümüze kadar evrim geçirmiş; her ülkede olduğu kadar, aynı ülkenin ayrı sanatkarları arasında da değişik yapım tarzları ve modeller ortaya çıkmıştır.Gereksinimlerin çoğalması, yapım alet ve makinalarının icadıyla da mobilya stil ve modellerinin gelişmesi hızlanmış, sanatkarlar kendilerine özgü bir estetik, beceri ve düşünme kavramlarını mobilyaya aksettirmişler, yaşadıkları çağın yaşayış tarzı ve sanat üslubunu yansıtmışlardır.İLK ÇAĞ MOBİLYA (ANTİK DÖNEM) SANATIİlk çağ sanatı, yaklaşık MÖ. 4000 yıllarında başlamakta ve Batı Roma İmparatorluğunun çöküş tarihi olan MS. 476 yılına kadar sürmektedir. Mısır, Mezopotamya, Anadolu, Yunan ve Roma uygarlıklarının eserlerini simgeleyen bu çağ antik dönem olarak da adlandırılmaktadır.1.1 Mısır Mobilya Sanatı (MÖ. 2700-1075) Günümüze kalabilen ilk mobilya örnekleri Eski Mısır'da görüldüğünden Mısır sanatı çok önemlidir. Mısır uygarlığından çok sayıda ahşap mobilya ve aracın kalmasının nedeni, kullanılan ahşap malzemenin kuru çöl ikliminde bozulmamasına bağlanabilir. Eski Mısır uygarlığı, Eski Krallık (MÖ. 2700-2200), Orta Krallık (MÖ. 2050-1785) ve Yeni Krallık (MÖ. 1557-1075) dönemlerine ayrılarak incelenmektedir. Eski Krallığın başlarında önceleri basit yapılı, kare ayaklı, kemer destekli, genellikle deri ile kaplı katlanır tabureler, sonraları ve Orta Krallık döneminin başlarında yatak ve divanlardan esinlenilmiş, arkası parmaklıklı veya papirüs sapı ile örülmüş, boğa ve aslan ayaklı sandalyeler, işlenmiş ağaç malzemeden lifler ile bağlanmış kaba yapılı yataklar, tuvalet kutuları mobilya olarak kullanılmıştır. Yeni krallık (MÖ. 1557-1075) döneminde ise malzemeler özenle işlenmeye başlanmış ve ayaklarda aslan, fil, leopar motifleri ile boğa ayağı şekilleriyle süslemeye önem verilmiştir.Yeni krallık döneminin sonlarına doğru sandalye yapımı çok gelişmiş ve günümüzün oturma mobilyalarına benzer sandalye ve koltuklar yapılmıştır. Eski Mısır’da dolap ve komodin gibi mobilya türleri bilinmemektedir.Mobilya konstrüksiyonlarında bağlayıcı ve hareketli aksesuar olarak önceleri basit pimler, daha sonra ise basit menteşeler ve çiviler kullanılmış; geniş tablalar dar parçalardan kinişli, kavelalı ve yabancı çıtalı olarak hazırlanmış, zıvanalı, kırlangıç kuyruğu geçmeli ve gönye burun birleştirmeler yaygın olarak uygulanmıştır.Ağaç malzemedeki kusurlar yamanmış, çatlaklar özel macun ile doldurulmuş, yüzeyler boyanmış, kaplama kullanılmış ve lüks mobilyalarda abanoz ağacına altın ve gümüş ile kakmalar yapılmıştır.Rendenin bilinmediği, bunun yerine kumtaşından yararlanıldığı bu dönemde marangozluk aracı olarak keser, balta, yaylı matkap, keski, tokmak, uç testere ve ağaçtan yapılmış tornalar, ahşap malzeme olarak da akasya, akçağaç, ılgın, ardıç, sedir ve servi kullanılmıştır.1.2 Mezopotamya Mobilya Sanatı (MÖ. 4000-700)Fırat ve Dicle nehirleri arasında bulunan bölgede Sümerler, Akadlar, Elamlar, Asurlar büyük uygarlıklar kurmuşlardır. Bu uygarlıkların mobilya ve eşyaları çok süslemeli olmalarına karşın, Mısır sanatındaki kadar dengeli ve uyumlu değildir. Ayrıca ahşap malzeme fazla kullanılmamış, metal aksesuarlara daha fazla önem verilmiş olup, bu bölgede yapılan arkeolojik kazılarda çok sayıda heykel ve süs eşyası elde edilmiş, insan figürlerine, bronz kelepçelere, sarmal metal süslere, mobilya ayaklarında aslan pençesi ve kozalak şekillerine rastlanmıştır.1.3. Anadolu Mobilya Sanatı (MÖ. 700-500)MÖ. VIII. Yüzyılda İç Anadolu platosunda 200 yıla yakın hüküm sürmüş olan Frigya krallığına ait Gordion Kral mezarında 1300 yıllarından itibaren devam eden kazılarda çıkarılan çok sayıdaki eşya arasında ağaç mobilyalar da vardır.Kral mezarından çıkarılan mobilyalardan masa ve sehpaların tablaları cevizden, ayakları şimşirden (buxus sempervirens L), kakmalar ise güzel kokulu ardıçtandır (juniperus foetidissima wild) yapılmıştır.Yatakların platform ve uzantıları sedir (cedrus libani loud), köşe blokları porsuk (taxus baccata l.) taşıyıcılar ise porsuk ve şimşirdendir. Ağaç mobilyalarda bağlantılar aynı cins ağaçtan yapılan kavelalarla yapılmıştır. Mobilyada fonksiyon ve estetik birlikte düşünülerek sarı, sert ve yoğunluğu çok fazla olan şimşir ağacının dayanıklığının yanı sıra, onunla çok güzel kontrast oluşturan koyu renkli ceviz, ardıç ve porsuk kullanılmıştır. Kakmaların güzel kokulu ardıçtan yapılması hem güzel koku saçmakta, hem de böceklenmeyi önlemektedir. Üç ayaklı masaların ayakları kavislidir. Şimşir üzerine yumuşak ağaç ardıçtan kakma yapılması da dikkat çekicidir. Yatakların sedir ağacından yapılmasının nedeni, kokusu ile parazit saldırılarına engel olmasındandır.1.4 Yunan Mobilya Sanatı (MÖ. 450-192)dikkat çekmektedir. Yapılan kazılara, resimlere ve Homeros'un İlyada ve Odessa destanlarından elde edilen bilgilere göre Eski Mısır sanatının etkisinde kalan Yunan mobilyaları, tabure, masa, sandalye, yatak gibi oturma, yatma amaçlı genellikle basit, sıradan eşyalardır. Mobilyada ahşap malzemenin yanı sıra metal, özellikle bronz kullanılmıştır.Yunan mobilya sanatında üç ayaklı sehpalar, arkalıklı sandalyeler ve altın işlemeler önemli olup, özellikle sandalyelerdeki ölçü, oran ve biçimler günümüz sandalyelerine benzemektedir.1.5. Roma Mobilya Sanatı-Kuvvet Çağı (MÖ. 500 -MS. 450)Bu dönemin esas mobilya tipleri olan yatak-divan, sandalye, masa ve küçük sandıklara ek olarak duvar dolapları da gelişmiştir.Açılıp kapanabilir tabureler, geniş divanlar, geniş ve uzun kolların dayanabildiği koltuklar önem kazanmıştır. Karyolanın ayakucu ile baş yastığı kaldırılmış, uyuma dışında oturma, dinlenme ve yemek amaçları için de kullanılmıştır.Örülmüş koltuk kullanılmakta ise de bugüne kadar örnek kalmamıştır. Ayakları tornalanmış ve kakmalar yapılmış masalar sadece yemek amacı için kullanılmış, diğer zamanlarda kanepenin altına sürülmüştür. Tornalı ayakların Mısır mobilyalarından başlıca ayrıcalığı, yivlerdeki daralmanın kırılma inceliğine yaklaşması, böylece mobilya hantallıktan kurtulmasıdır.Biklinium adı verilen iki kişilik yemek kanepeleri kalabalık törenlerde, bir tarafı servis için açık bulunmak üzere masanın üç yanına konmuştur.Eski Yunan ve Roma’da eşyaların çoğu duvarlara asıldığından büfe, vitrin, dolap türünden mobilyaya rastlanmamakta, Orta çağın başlarına doğru raflı, kapaksız büfeler görülmeye başlamaktadır.Roma sanatı Yunan sanatının bir uzantısı olup, aynı süsleme biçiminden ayrılmamıştır. Mobilya kasaları genellikle ahşap, metal ve taş süslemeli, ayaklar gümüş ve fildişi kakmadır. Mobilya yapımında tunç ve bronz da kullanılmıştır. Roma mobilyası Roma sanatının farklı ülkelerde değişik biçimde uygulanmasından oluştuğu için bir üslup bütünlüğü göstermez. Aşırı süsleme anlayışı mobilyaya da yansımış ve her mobilya anıtsal bir görünüm almıştır.2 –ORTA ÇAĞ SANATI - ROMAN VE GOTİK DÖNEM (MS. 476-1550)Roma sanatının devamı Roman sanatı ile bunu takip eden dinsel etkilerin ağır bastığı ve çağa daha çok damgasını vuran Gotik Sanatı olmuştur. Bunun yanında Bizans’ta, Arap ülkelerinde, Anadolu’da ve Uzakdoğu ülkelerinde de mobilya ile ilgili örnekler görülmüştür. Ortaçağ, Doğu Roma İmparatorluğunun Yıkılışı (1453) ile son bulmasına rağmen, Gotik sanatı bir süre daha etkisini sürdürmüş ve Rönesans ile yeni bir sanat anlayışına yerini bırakmıştır.2.1. Bizans Mobilya Sanatı (MS. 527-1025)Bizanslıların mobilya sanatı, Roma sanatının bir devamı olup, daha sonra Doğu sanatının etkisi de görülmektedir.Mobilya biçimleri oldukça basit olmakla beraber, Doğu sanatının etkisinde kalması nedeni ile çok süslü bir görünümdedir.2.2. Türk Mobilya Sanatı (MS. 1000-1400)Antik çağda kurulan Mezopotamya devletlerinde ve Hititlerde olduğu gibi, mobilya örneklerine fazla rastlanmamaktadır. Türk devletlerinden özellikle Gaznelilerde (X-XII yüzyıl) dekoratif sanatlar çeşitlenmiştir.Selçuklularda ağaç malzemeden yapılan eserler arasında titizce işlenmiş oyma ve kakmalı mihrap, minber, rahle, kapı ve pencereler görülmektedir. İnsan ve hayvan resim ve şekilleri yerine çiçek ve geometrik motiflere yönelinmiştir. En karakteristik motifler birbirini kesen üçgen ve yıldızların oluşturduğu geometrik süslemelerdir. Osmanlıların son dönemlerine kadar masa, sandalye, büfe, komodin gibi mobilya türlerinin geniş kullanımı görülmemiştir. Daha çok alçak sedirlere oturulmuş, yer sofralarında yemek yenmiş ve duvarların üst kısımlarına dizilmiş yarı kapalı raflar, ağaç malzemeden yapılmış gömme dolaplar kullanılmıştır. 14. Asırda Osmanlılarda Edirnekarı (Edirne işi mobilya) adı verilen değişik karakterde mobilya yapımına başlanmış, , özellikle sandık, rahle, kavukluk, yüklük kapakları ve tavan gibi ağaç malzeme üzerine boyalar ile süsler ve çeşitli motifler yapılmıştır.Yeni çağın başında Osmanlı saray ve konaklarında batıdan ithal edilmiş mobilyalar yer almıştır.Ortaçağ Arap Sanatında da mobilyaya az rastlanmakta, Endülüs'te arabesk süslemeli bazı kanepeler, alçak masalar ve duvar rafları görülmektedir.2.3. Roman Mobilya Sanatı (MS. 1000-1250)Roman sanatı , Roma sanatının Batılı Hıristiyan Latin ülkelerce benimsenmiş bir aşamasıdır.Daha çok dini etkilerin ağır bastığı bu döneme ait zamanımıza kadar kalan mobilya sayısı çok azdır. Kalanlar ise genellikle kilise, saray ve şatolardadır. Bu nedenle konutlarda kullanılan mobilyaya pek rastlanmamaktadır. Konut içindeki mobilyalar dört ayaklı masa, bank, sandalye, açılıp kapanır tabure ve divan ile sınırlıdır. Konut mobilyaları basit ve kullanım amacına yöneliktir. Ağaç malzemenin işlenmesinde balta, testere, keski, matkap, çekiç ve XII yüzyıldan itibaren de rende kullanılmaya başlanmıştır.Mobilyalar ağır, büyük ve şatafatlıdır. Tahtalar üst üste konup demir bantlar ve çiviler ile tutturulmuş, son zamanlarında ise çeşitli birleştirme şekilleri kullanılmıştır.Aşırı süsleme eğilimi nedeniyle mobilyalar fonksiyon amacını aşacak şekilde süslenmiş ve anıtsal bir görünüş almıştır.Roman mobilya sanatı, farklı ülkelerde değişik biçimlerde uygulandığı için bir üslup bütünlüğü göstermemektedir.Bu dönemde ağaç malzeme olarak, Kuzey Avrupa’da meşe, Orta Avrupa’da ibreli odunlar, İtalya, Fransa ve İspanya gibi Akdeniz ülkelerinde ise ceviz ile kayın kullanılmaktadır.2.4. Gotik Mobilya Sanatı (MS. 1250-1550)Ortaçağın en belirgin stili olan Gotik sanatında yapılan oturaklı ve sağlam masif mobilyalarda, ağaç malzeme çok bol kullanılmıştır.Kalın torna ayaklar, kızak, kayıtlar ve masif tabla Gotik stilin taşra mobilyası sembolüdür.Bu dönemin mobilyaları, Roman sanatı döneminde kullanılan, sandalye, bank, masa, sandık ve kilise dolapları dışında okuma rahleleri, açılıp kapanır masalar ve dolaplardır.Mobilya üretiminde bugün kullanılan marangozluk el aletleri basit şekilde kullanılmış, 1322 yılında Ausburg'da hızarın bulunması ile tahtalar daha kolayca işlenebilmiştir.Ağaç malzemenin birleştirme ve konstrüksiyon şekillerinin 15. yüzyıldan itibaren gelişmesi, hızarlarla ince tahtaların elde edilebilmesiyle, Gotik dönemi mobilyası daha hafif, zarif ve zengin duruma gelmiştir.Mobilyalarda bugün alışılmış birleştirme şekilleri uygulanmış olup, Güney Almanya ve Alp bölgesinde masif ve çerçeve konstrüksiyon tarzı, kuzeyde ise ızgara konstrüksiyon daha yaygındır.Ağaç malzeme olarak her ülkenin yerli ağaç türleri kullanılmakta ise de, en çok kullanılan ağaç türü meşe olup, bu nedenle Gotik mobilya çağına Meşe Çağı da denmektedir. XIV. Yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’daki Rönesans hareketi etkisiyle Gotik tarzı gerilemeye başlamıştır.3 - RÖNESANS MOBİLYA SANATI - RÖNESANS DÖNEMİ (MS. 1500-1600)Rönesans Mobilya sanatı yaklaşık bin yıl süren ortaçağın derebeylik düzenine, ekonomik yapısına ve dine dayalı katı kültürel tutuma duyulan tepkiden doğmuştur.Bu dönemde bir ölçüde antik sanata dönüş görülürse de, ölçülerde ve süslemede zarafet ve denge bulunmaktadır.Rönesans döneminde her ülkede kendi bölgesel özelliklerine göre birbirinden oldukça farklı stiller geliştirmiştir. Rönesans'ın kaynağı olan İtalya’da mobilyada hızlı bir gelişme görülmüş, daha çok doğu süslemeciliğine dayanan oyma ve kabartma önem kazanmış, dolap kapaklarına yağlı boya ile gerçek bir tablo değeri taşıyan resimler yapılmış, marangozluk ikinci plana itilmiştir.Felemenk Rönesanssında çok ince ve nefis oyma işçiliği, İspanya’da Arap motiflerini Rönesans sanatıyla bağdaştırma çabası, Almanya’da ise daha yalın ve sağlam konstrüksiyona dayalı yapıtlara yönelinmiştir. İngiltere’de Rönesans sanatı II. Henry stili diye adlandırılan ve bol geometrik motiflere ağırlık veren bir özellik göstermektedir.Bu dönemde meyve ağaç türleri kullanılmıştır. Yeni ve iyileştirilmiş el aletleri ile özellikle çeşitli rendeler ile köşelerde birleştirilen parçalara şekil verilmesi kolaylaşmış, XVI. yüzyılın başlarında kaplama kesme makinasının bulunması, kaplama tekniğinin gelişmesini sağlamıştır. 100 yıl kadar süren Rönesans dönemi sonunda özellikle Avrupa’nın Katolik ülkelerinde dinsel konuları etkileyici bir şekilde yansıtan, tümüyle eğri çizgilere ve bol figürlü biçim anlayışına dayanan Barok sanatı doğmuştur.4 - BAROK VE ROKOKO MOBİLYA SANATI (MS. 1600-1780)4.1. Barok Mobilya Sanatı (1600-1720)Rönesans dönemi sonunda, yani XVI. yüzyılın ilk yarısında özellikle Avrupa’nın Katolik ülkelerinde dinsel konuları etkileyici bir şekilde yansıtan, tümüyle eğri çizgilere ve bol figürlü biçim anlayışına dayanan Barok sanatı doğmuştur. Barok sanatı daha çok sarayın mutlakıyetçi tutumunun abartmalı bir ürünüdür. Rönesans’ın yüzeyde ince süslemeciliğine karşı, Barok'un amacı şaşırtmak ve göz kamaştırmaktır.Barok mobilya sanatının başlıca özelliği üst görünüşlerde genellikle dairesel dönüşlü köşeler, ön ve yan görünüşlerde iç ve dış bükey yüzeyler, çok süslü ve kıvrımlı oymalar olarak özetlenebilir.Barok sanatı Avrupa’nın Katolik ülkelerinde kolayca benimsenmiş, Fransa’da ise sosyal ve kültürel nedenlerle bir süre gecikmeyle, sadeleşerek, sarayın eğilimine dönük, kralların adları ile anılan Louis’ler dönemine geçilmiştir.XII. Louis stili mobilya, gerçek Louis stillerine bir geçiş dönemidir.XIII. Louis stili, barok sanatının Fransa'da yeni bir anlayışla şekillenmesidir. Bu akım büyük ölçüde İtalyan ve daha sınırlı olarak İspanyol Rönesanssından etkilenmiştir.Kapılara arabesk oymalar yapılmış, tavanlar çoğunlukla ceviz ağacı ile kaplanmıştır. Mobilya genellikle ağaç malzemedendir. Yatak tavanları sarmal ve tespit ayaklı sütunlar üzerine yerleştirilmiştir. Dolaplar, motiflerle süslü çekmecelere bölünmüştür. Bu dönemde kabine ve konsollar ilgi gören mobilya türlerindendir. İlk olarak elbise asılabilen dolaba da bu dönemde rastlanmaktadır.Barok mobilya sanatını temsil eden asıl stil, XIV Louis (1638-1715) dir.Bu stildeki belli başlı özellik, oturma mobilyasındaki ayakların eğmeçli, arkalıkların yanlarda düz, üstte çoğunlukla simetrik taçlı, köşelerinin yuvarlak oluşudur. Ayakların üst kısmı kabartma yaprak oymalıdır. Kayıtların oymasında bazen simetri görülmemektedir. Arkalıkları yuvarlak okuma koltukları yaygındır. Yüksek arkalıklı koltuklar, kolçaksız sandalyeler ve tabureler bu dönemde yaygınlaşmıştır. En çok kullanılan ağaç türleri ceviz ve meşedir.4.2. Rokoko Mobilya Sanatı (1729-1780)Barok (XIV. Louis) ile Rokoko (XV. Louis) stili arasında “Regence stili” geçiş dönemini oluşturmaktadır.Rokoko üslubu ilk olarak Fransa’da XV. Louis döneminde benimsenmiştir.Rokoko, karışık ve dolambaçlı çizgiler, kabartmalı yüzeyler, derin oymalar, canlı ve kontrast renkler ile göz kamaştıran bir üslup olarak mobilyaya yansımıştır. Duvarlar çok ince oymalı lambriler ile kaplanmıştır. Mobilya yüzeylerine gül ağacından kakma çiçek süsleri, lake üzerine boya ile uzak doğu konuları işlenmiştir. Karyolaların yanına komodin, tuvalet masası ve değişik boyda masalar konulmaktadır. Kolçakları kumaşla kaplı divanlar, berjer koltuklar, merkiz ve şezlonglar bu dönemde ortaya çıkmıştır. 1750 yıllarına doğru Osmanlı denilen sedirler, iki başuçlu hasır örgülü kanepe-divanlar (turkuvaz) moda olmuştur.XV. Louis stili mobilyanın özellikle koltuk ve sandalyeleri günümüzde de çok beğenilen ve uygulanan tiplerdir. Ölçü, biçim ve süsleme bakımından son derece dengeli ve uyumlu görünüşü bulunmaktadır. Rokoko stili mobilyada oyma, kabartma ve taçlar simetrik olup koltuk, kanepe, sandalyelerde oturma ve arkalık yüzeyleri için özel kumaşlar dokunmuştur.Ayaklar eğmeçli ve kenarları fitillidir. Ayak sırtları çoğunlukla yaprak ve bazen de çiçek kabartmalıdır. Kayıtlar, ayak eğmeci ile köşe yapmadan geniş bir yayla birleşir. Ön ve yan kayıtların ortasında simetrik taçlar bulunur. Kolçaklar üç yönden de eğmeçlidir. Kolçak üstleri hafif dolgulu olarak kumaşla kaplanmıştır. Arkalıklar yanlarda ve üstte uyumlu eğmeçlerle şekillenir. Arkalık ortasında çoğunlukla simetrik bir taç bulunur. Ağaç malzeme olarak Barok dönemde kullanılanların dışında gül ağacı ve palisander de kullanılmıştır.Günümüz mobilya yapımında, Barok ve Rokoko stillerinin yukarıda belirtilen çok abartmalı ve yüksek maliyetli biçimlerinin uygulanması ekonomik nedenlerle güç olduğu için, daha çok XV. ve XVI.Louis stillerinin sadeleştirilmiş biçimleri “Klasik Mobilya” olarak adlandırılmaktadır.XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ülkelerinde, ekonomik nedenlerden ötürü, daha yalın mobilya tipleri aranmaya başlamış, bunun sonucunda öncelikle Fransa ve İngiltere'de olmak üzere “Neoklasizm” diye adlandırılan yeni çağa ait stiller gelişme göstermiştir.5 –YENİ ÇAĞ (NEOKLASİK) MOBİLYA SANATI (MS. 1770-1850)Yeniçağda Barok ve Rokokonun gösterişli görünüşüne tepki olarak doğan mobilya tiplerinin yapılmasında Fransa'da XVI.Louis, Directoire, Empire, Louis Philippe; İngiltere'de Queen Anne, Dört büyükler denilen Chippendale, Adam Hepplewhite, Sheraton, Georgian I, II ve III ile Almanya'da Biedemeier stilleri görülmüştür.5.1. XVI. Louis Stili (Zopf Stili) (1774-1793)Bu stilde XV. Louis stilinin çok kıvrımlı, süslü ve asimetrik biçimleri terk edilerek, düz çizgili, dik açılı biçimler getirilmiştir. Köşeler keskin olmayıp, hafif ve yalındır. İncelen ölçüler, uyumlu süslemelerle zarif bir bütünlük sağlamaktadır.Mobilya ayakları genellikle aşağı doğru daralan silindir şeklinde olup, boyuna oluklara sahiptir. Ayak üstleri kare kesitli olarak bitmektedir.Sandalye ve koltukların arkalıkları dolu veya kalp, kupa biçimindedir. Dolu arkalıkların üzerinde çoğunlukla simetrik taç bulunmaktadır. Oymalar derin değildir. Ağaç kakmacılığı yapılmakta, ölçüler dayanım limitine kadar indirilmektedir.Süs motifleri olarak çiçekler, meşe ve defne yaprakları, oluk, ok, yay, meşale, başak ve koçanlar kullanılmaktadır.XVI. Louis stili, diğer Louis stilleri gibi günümüzde klasik mobilya olarak geniş kullanım alanı bulmaktadır.5.2. Directoire (Messidor) Stili (1750-1830)Directoire stili mobilyanın başlıca özellikleri, kare görüntülerin ağır basması, sandalye ve koltuk arkalıklarının çok yalın ve az eğmeçli yapılmasıdır. Kolçak uçları kare biçiminde bitmekte, az miktarda süsleme motifleri bulunmaktadır.Fransa'da, XVI. Louis stilinden Empire stiline dönüşümde bir ara dönemi oluşturmuş olan Directoire stili, aynı yıllarda İngiltere’de gelişen Adam Stili ile bağdaşıktır.5.3. Queen Anne Stili (1665-1714)Fransa'da XVI. Louis döneminde, klasik mobilyadan neoklasik akıma geçilirken İngiltere'de Queen Anne stili gelişmiş, daha sonra “Dört Büyükler” diye adlandırılan İngiliz neoklasik mobilyasının aslını oluşturan stillere geçiş dönemi olmuştur.Queen Anne stilinde ayaklar XV. Louis stili ayakların bir benzeridir. Yalnız üstlerindeki kabartma ve oymalara ilk yıllarda bir ölçüde yer verilmişse de, sonradan bu süslemeler tümüyle kaldırılmıştır. Kayıtlardaki dekupe biçimlendirmeler çok sadedir. Yalnız ayak eğmecine uygun form verilmiş, bazı işlerde kayıt altları düz olarak hazırlanmış, eğmeçli ayağa geçişte köşelere bir takoz konulmak suretiyle uyum sağlanmıştır. Sandalye ve koltuklarda arkalıklar, arka ayağın uzantısı olarak hafif bir iç bükey eğmeçle yükselmiş, üstte çeyrek daire şeklinde arka kayıtla birleşmiştir. Arkalık ortası çoğunluk kupa benzeri tek bir dikey parça ile bölünmüş, parçanın ortasına bazen dekupe oyma yapılmıştır.5.4. Georgian Stili (1714-1820)Yaklaşık yüzyıl sürmüş olan bu stil, sadeliği, zarafeti, sürekli üretime yatkınlığı ile günümüzde de uygulanan belli başlı dört mobilya stilinin (Chippendale, Adam, Hepplewhite ve Sheraton) ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu döneme İngiltere'de “Altın Dönemi", maun ağacı çok kullanıldığı için “Maun Dönemi” veya “Dört büyükler Dönemi” gibi adlar verilmektedir.5.5. Dört Büyükler Dönemi (1718-1806)5.5.1. Thomas Chippendale (1718-1779)Chippendale stili, Queen Anne stilinin bir uzantısıdır. Mobilya çeşitleri artmış, büfelerin yerine uzun konsollar ortaya çıkmış, kabineler vitrinli, raflı ve çekmeceli olarak kombine bir yapıya kavuşmuştur.Ayaklar önceleri eğmeçli (kıvrık) ve süslü, daha sonra düz ve yalın bir biçim almış, küçük tip masalar çoğalmıştır. Chippendale stili önceleri etkilendiği İngiliz-Fransız ve Çin üsluplarına göre İngiliz Chippendale, Fransız Chippendale ve Çin motiflerinin İngiliz ölçülerine göre düzenlendiği Çin Chippendale diye üçe ayrılmış, sonradan gerçek formunu bulunca bu durum da ortadan kalkmıştır.Chippendale stili sandalyelerde ön ayaklar dikey konumlu, düz ve kare kesitlidir. Alt destek kayıtları çoğu kez yanlara konulmuş, ortadan bir ara kayıtla bağlanmıştır. Bu stilde konstrüksiyon sağlamlığına biçim kadar önem verilmiştir.5.5.2. George Hepplewhite ( -1786)Hepplewhite mobilya, Chippendale mobilyadan daha yalın ve basit, ölçüleri daha dar ve ince, orantıları ve eğmeçleri daha uyumlu, süsleri ölçülü ve zariftir. Hepplewhite mobilyada işlev ve estetik aynı derecede önem taşımaktadır.Yandan düşer tablalı büyüyen masalar ilk olarak bu stilde görülmektedir. Kanepeler altı ya da sekiz ayaklı olup, oturma yüzeylerine döşemeden sonra ayrı bir minder konulmuştur.İncelik ve zarafet Hepplewhite stili mobilyanın en belirgin özellikleridir. Ayaklar dayanma limitine kadar varan inceliktedir. Genel çizgiler son derece zarif ve ölçülüdür.Hepplewhite mobilya daha çok sandalyeleri ile diğer stiller arasında ün yapmıştır. Günümüzde de bu stilin yemek odası takımları ve sandalyeleri yaygındır.Sandalyelerde arkalıklar oturma bölümünden ayrı olup, şilt, kalkan, yürek ve org şeklindedir. Arkalık içleri kupa, fiyonk, defne dalı, buğday başağı, devekuşu biçimli dekupe parçalar ile süslüdür. Arka ayaklar hafifçe geriye doğru eğik, ön ayaklar ise çoğunlukla dikey konumlu, kare ya da daire kesitli olup, tabanda trampet sopası biçiminde topuzludur. Kolçaklar geniş eğmeçli ve arkalık köşesi gibi dirseklidir.5.5.3. Robert Adam (1728-1792)Robert Adam stili mobilya hafif ve zarif, ayakları düz veya eğmeçli olup antik motiflerle süslü, klasik detayları özenlidir. Adam stilinde ölçülerdeki incelik kadar motiflerde de ince nakışlar geçerlidir. Ayak tabanları blok topuzlu veya dışa doğru az eğmeçlidir.Kanepelerdeki elips arkalıklar, nakışlı dikey çubuklar, eğmeçli kolçaklar ve silindirik-konik ayaklar bu stili karakterize etmektedir. Kitap dolabındaki camlar vitraya benzetilerek ağaç veya pirinçten yapılmış çubuklar vasıtasıyla cama üstten konulmuş çerçeve kafesler ile bölümlere ayrılmıştır.5.5.4. Thomas Sheraton (1751-1806)İngiliz mobilya tarihinde XVIII. yüzyıl sonuna ismini veren Sheraton’un ilk mobilyaları Adam ve XVI. Louis'den izler taşımasına karşın genel ölçüleri daha küçük ve düz çizgileri daha çoktur. Bu mobilya tipinin başlıca özellikleri yaylarla doğruların köşe yaparak birleşmesi, ayakların daha incelmiş olması, kolçakların S şeklinde bükülmesi, oturma bölümlerinin ve diğer mobilya tablalarının dairesel yapılması, arkalık üst kayıtlarının düz veya köşelerde içbükey olmasıdır.Sheraton stilinde sandalye ve koltuk arkalıklar az veya çok oturma bölümünden yukarıdadır. Arkalıkların dolgularında genellikle lir, marul yaprağı, çok boğumlu dikey silindirik çubuklar ve değişik geometrik süslemelere yer verilmiştir.5.6. Empire Stili (1801-1814)I. Napolyon döneminde Fransa’da başlayıp gelişmiş ve Avrupa’ya yayılmış olan Empire sanatı, bir anlamda antik sanatın, çağın anlayışına göre yenileştirilmiş şeklidir.Empire sandalye ve koltuklarda ön ayaklar daire veya kare kesitli olarak genellikle düzdür. Ayak yüzeyleri dışa doğru hafif eğmeç almaktadır. Tabanda pabuçlar top veya aslan pençesi biçiminde şekillenmektedir. Arkalıklar sırta uygun eğimdedir. Üst kayıt Yunan sanatı tipindedir. Kolçak destekleri çoğunlukla sfenks, kuğu kuşu veya kartal kanadı şeklinde olup, aynı şekillere masa ve dolap ayaklarında da rastlanmaktadır. Bu stilin en belirgin özelliklerinden birisi de çoğunluk kolçakların silindirik olması ve ön ayakla çok uyumlu bir şekilde birleşmesidir.Ağır, kübik ve masif olan Empire mobilyada oymalar yüzeysel ve kabacadır. Kısa ayaklar üzerine oturtulmuş divan ve tabureler, yunan feneri taşıyan sehpalar, yeşil mermer tablalı ağır konsollar ve yuvarlak masalar, kayıt ve anıt biçimli yataklar, bu stilin en yaygın özelliklerindendir. Empire Stili döneminde ilk defa maun ve gül ağacı birlikte kullanılmıştır. Empire stili çok kısa devam etmiş olup, Napolyon’un iktidardan düşmesinden sonra hemen kaybolmuştur.5.7. Louis Philippe StiliMobilya sanatında başlı başına bir üslup bütünlüğü göstermeyen Louis Philippe stilinde önceleri gotik sanatının bir tür sadeleştirmesi olan yeni gotik denilen bir akım başlamış, çalışmalar daha çok sarkaçlı ağaç mobilya duvar saatleri gibi ev eşyalarına yönelik kalmıştır. 5.8. Biedemeier Stili (1815-1850)19. yüzyılın başlarında Almanya'da doğmuş, Yunan ve Roma sanatından etkilenmiş bu stil, Empire stilinin bir uzantısı sayılabilir. Biedemeier mobilyada ilk defa tamamlayıcı mobilyaya ve tam oturma odası takımına rastlanmaktadır. Konstrüktif bakımından çerçeve konstrüksiyon hakim olup, cam da sık sık kullanılmaktadır. Dolapların içi ve camların arkası renkli kağıt ve kumaşlar ile kaplanmaktadır. Mobilyaların rengi açık olup, kiraz, maun, dişbudak ve huş en sevilen ağaçlardır.Sandalyeler Yunan sanatı etkisinde olup. rahatlık, uyum ve denge gibi nitelikleri nedeni ile günümüzde de uygulanan tiplerdendir.6. YAKIN ÇAĞ MOBİLYA SANATI, YENİLEŞME DÖNEMİ (MS. 1789-1900)1789 Fransız devriminden itibaren Yakınçağın ilk yüzyılında mobilya alanında yeni bir üslubun yaratılmasından çok eski üslupların yenileştirilmesine ve konstrüksiyon tekniklerine ağırlık verilmiştir. Bu nedenle XIX. yüzyıl mobilya çalışmaları modern stile geçiş veya yenileşme dönemi olarak nitelendirilmektedir.XIX. Yüzyılın ortalarına doğru ağaç işleme makinalarının bulunuşu ile, o döneme kadar yalnız saray ve çevresine dönük mobilya gereksinimi, sosyal değişimler ve ekonomik gelişmeler nedeniyle geniş halk kitlelerine yayılmaya başlamıştır.Genel olarak “Taşra Mobilyası” diye adlandırılan bu mobilyalar Almanya'da “Bauer”, Fransa'da “Provincial” gibi adlar almıştır. Bu tip mobilyalar geçmiş stillerden izler taşırsa da sadeleşme eğilimi ağır basmaktadır. Genellikle oyma ve kabartmalar tümden kalkmış, ayaklar düz ya da eğmeçlidir. Süslemede birkaç aplik çıtası yeter bulunmuştur.Yakınçağda yenileşme döneminin en geniş çalışmaları Almanya'da gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalar çağımızın mobilyasını gerek şekil ve gerekse konstrüksiyon yönünden etkilemiştir. Bu tip rustik mobilyalar günümüzde de özellikle dağ otellerinde, av köşklerinde, turistik amaçla dekore edilmiş tarihi yapılarda ve şatolarda kullanılmaktadır.XIX. yüzyılın ortalarına doğru makine sanayiinin gelişmeye başlaması, özellikle Avusturya, Fransa ve İtalya'da sürekli üretim mobilyası olarak “Hezaren” sandalyelerin yapımına başlanmıştır. Hezaren bir tür bambu ve Hint kamışının adı olup, yerlilerce bu kamışlardan bükülerek ve ağaç lifleriyle örülerek yapıldığı için bu adı almış olması düşünülebilir. Aynı yöntem günümüzde de çok tutulan hasır sandalye ve koltuklara uygulanmaktadır.Hezaren sandalye önce tornada yuvarlatılan çubukların buharla yumuşatılarak, kalıplarda istenilen ölçü ve formda bükülmesiyle elde edilmektedir. Bu parçalar cıvata ile birbirine bağlanmakta, oturma kısmı ve arkalık, kontrplak veya sırım ile örülerek kapatılmaktadır. İlk fabrikasyon bükme mobilyayı Avusturyalı Michael Thonet (1840) yılında gerçekleştirmiş ve 1841 yılında patentini Fransa, İngiltere ve Belçika’ya da satmıştır. 7 - ÇAĞIMIZ MOBİLYA SANATI - MODERN DÖNEM (1900....)Modern sözcüğü yeni, şimdiki zamana, içinde bulunan veya yakın bir çağa ilişkin anlamına gelmektedir.Yüzyılın başlangıcında basit, kullanım amacına ve materyale uygun mobilya imal etme akımı başlamıştır. Bu akım Almanya’da “Jugendstil”, Fransa'da “L'art Nouveau”, İngiltere'de ise “Modern stil” adını almıştır.“Jugendstil”de (gençlik stili) geçmişin süslü, karmaşık ve tumturaklı sanat anlayışına, yaşamın gerçeklerini yadsıyan romantizmin içe dönük, donuk, renksiz yapıtlarına bir tepki görülmektedir. Fransa'da “L'art Nouveau” (yeni sanat) adıyla anılan, empresyonizm ekolunu temel alan akımda düz çizgiler, geometrik biçimler ve renkçilik egemen bulunmakta ve doğanın, özellikle bitkilerin stilize edilmesi esas alınmaktadır. Aynı yıllarda İngiltere'de bunlara paralel olarak modern stil (yeni stil) adını alan akım benimsenmeye başlamıştır.Yüzyılımızın başlarına doğru, gerek Rönesans, gerekse 1789 devriminin etkileriyle, insanı konu alan sanatın daha geniş kitlelere götürülme çabası, mobilya sanatını etkileyen bir olgu olmuştur.XIX. Yüzyılın 2. yarısında buhar makinasının bulunuşu, ağaç ve metal gövdeli makinaların yapılması ve yüzyılın sonunda da elektrik motorunun icadı, makine endüstrisinde büyük bir aşama olmuş, bu durum mobilya endüstrisine de yansımıştır. Makinalaşma sonucu çağımız modern mobilyasında tüketim artışı, rasyonalizasyon, ucuzluk, mimari düzenlemelere kolay uyum sağlanmıştır. Modern mobilyada gövde bir prizma içine alınabilmekte ve gereksiz taşkınlıklar bulunmamakta, bölümlemeler bu prizma ile orantılı olarak yapılmaktadır.Modern mobilyada kullanışlılık ve rahatlık ön plandadır. Oturma mobilyası alçak, geniş, esnek ve rahat, dolaplar kapaklı ve bol çekmecelidir. Küçük konutlarda hacmin iyi değerlendirilmesi gerektiğinden, elbise dolapları en çok elbise alabilecek şekilde yapılır, üst boşlukları gerekirse tavana kadar, bavul vb. eşya konulması için kapatılır. Kitap dolaplarında çoğunluk kapak bulunmamaktadır. Yemek masaları büyüyebilmekte ve ölçüleri altlarına yeter sayıda sandalye girebilecek şekilde ayarlanmaktadır. Kanepe ve divanlar genişletilerek gerektiğinde yatak olarak kullanılabilmektedir.Modern mobilya sanatı da, diğer stillerde olduğu gibi değişik ülkelerde, o ülkeye özgü farklılıklar göstermektedir. Örneğin; İskandinav modern stilinin başlıca karakteristikleri açık yanlı koltukları, doğrudan doğruya gövdeye takılan ayaklar ve bu ayakları pekiştirmek için ortadan konulan ortaları inceltilmiş ara kayıtlardır. Sandalyelerde ön ve arka ayak başlıkları kayıtlardan taşırılır.Günümüzde mobilya gereksinimi o denli artmıştır ki, özellikle büro, okul, hastane, otel, sinema gibi yerlerde daha dayanıklı mobilya yapımı bir zorunluluk olmaktadır. Bu zorunluluk son yıllarda metal iskeletli mobilyaya yönelişi hızlandırmıştır. Kare, dikdörtgen veya daire kesitli, çelik, özel mobilya borusundan dolapların iskeleti, koltuk ve sandalyelerin ayakları hazırlanmakta ve ağaç gövde bu iskelete cıvata ile bağlanmakta, böylece genel kullanım yerlerine daha dayanıklı ve ucuz